--->
---> MUTLU MUSUNUZ(06.02.2012)
--->İDEAL MESLEK SEÇİMİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER(06.02.2012)
---> ENGELLEMELERE RAĞMEN MOTİVE OLANLAR(31.01.2012)
---> BİLGİYİ EYLEME DÖNÜŞTÜREBİLME(31.01.2012)
---> 50 MOTİVASYON TAKTİĞİ(31.01.2012)
---> HEDEFİNİZİ NASIL TANIMLARSINIZ?(26.12.2012)
---> DUYGUSAL ZEKA(26.12.2012)
---> İHTİYAÇ DİLİYLE İSTEYENLER(23.12.2011)
---> GÜÇLÜ ANLATIMLARLA İSTEYENLER(23.12.2011)
---> BAŞARININ VAZGEÇİLMEZ ŞARTI:ISRAR(23.12.2011)
---> BAŞARILI BİR KARİYER İÇİN...
---> AZİM İLE HIRSI BİRBİRİNE KARIŞTIRMAYIN
---> BAŞARI POTANSİYELİNİZİ ÖLÇÜN
İDEAL MESLEK SEÇİMİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
Çağdaş bir toplumda özgür bir bireyin önemli gelişim görevlerinden biri de mesleğini seçmesidir. Bir kimsenin herhangi bir konuda doğru bir seçme işlemi yapılabilmesi, ya da başka bir deyişle, sağlıklı karar verebilmesi için, her şeyden önce, neler istediğini ve bunları elde edebilmek için ne gibi olanaklara sahip olduğunu bilmesi gerekir. Bu işlemden sonra, daha iyisi bununla beraber yapacağı işlem, çeşitli seçenekleri inceleyip, her birinin isteklerine ve koşullarına ne derece uygun olduğunu değerlendirmektir.
Çarşıya çıkmadan önce alacağı şeylerin listesini yapan ve bunlar için yeterli parası olup olmadığını yoklayan, çarşıdaki malların kalite ve fiyatlarını inceleyerek gereksinmelerine ve parasına uygun bulduklarını alan bir kimsenin davranışı buna örnek olarak gösterilebilir Bu işlemleri dikkatli ve özenli şekilde yapmayan kimselerin hayal kırıklığı ile karşılaşmaları kaçınılmazdır.
Bazı gençlerin, meslek seçimi gibi önemli bir kararı oluştururken yukarıda belirtilen gelişim görevini gerektiği ölçüde yerine getiremedikleri ve bu yüzden mutsuz oldukları gözlenmektedir. Meslek seçimi kararının sağlıklı bir biçimde oluşturulmasını güçleştiren bazı etmenler vardır.
Bunların bir bölümünü gençlerin çalışma dünyası ve insan nitelikleri hakkında edinmiş oldukları bir takım inançlar ve genellemeler oluşturmaktadır. Aşağıda, yükseköğrenim görmek isteyen gençlerin dile getirdiği bazı yargılar tartışılmıştır:
Ülkemizde insanlar istedikleri mesleklere giremiyorlar: Bu yargı hatalı bir genellemedir. Bir kısım gencin yoksulluk nedeni ile istediği mesleğe giremediği doğrudur. Ne var ki istenilen mesleğe girememenin sadece maddi yetersizlikten ileri gelmediği, varlıklı oldukları halde yanlış alanlara yönelen gençlerin de var olduğu gözlenmektedir. Bu kişilerin hatası, girmek istedikleri mesleklerin niteliklerine uygun olup olmadığını sorgulamamalarından kaynaklanmaktadır. Bu gençler az sayıda seçkin öğrenci alan ve başarılı olmak için üstün akademik yetenek yanında sürekli ve düzenli çalışma alışkanlığı da gerektiren eğitim programlarına özenmekte, giremeyince hayal kırıklığına uğramaktadır.
Bazı üniversite adayları ve öğrencileri yukarıdaki yargıyı daha da ileri götürerek Türkiye’ de insanların istemedikleri mesleklere girdiklerini söylemektedirler. Üniversitelerde istemedikleri alana yerleştiklerini beyan edenlerden bir kısmı yeniden sınava girmekte, bir kısmı ise bir süre sonra bulundukları programın kendilerine uygun olduğunu fark ederek eğitimlerine devam etmektedirler.
Bir kimse istemediği bir programa yerleştirilmişse bu ya kişinin Tercih Bildirim Formunu kodlarken hata yapmış olmasından, ya tercih edip listesine yazdığı alan hakkında başlangıçta yanlış bilgi sahibi olmasından ya da Tercih Bildirim Formunun son sıralarına, boş kalmasın diye, daha az istek duydukları programları da yazmış olmalarından ileri gelmektedir.
Bazı üniversite adaylarının özensizlik, dikkatsizlik ya da kendilerini doğru değerlendirememelerinden kaynaklanan hatalarının tüm gençlere genellenmesi doğru bir davranış sayılamaz.
İnsanın toplumda saygı görmesi için saygın bir mesleğin üyesi olması gerekir: Saygı görme, her insanın en doğal hakkıdır. Ancak bunu saygın bir mesleğin üyesi olarak sağlama beklentisi pek gerçekçi değildir.
Ayrıca meslekleri saygın olan ve olmayanlar olarak ayırmak da doğru değildir. İnsan bir mesleğin başarılı bir üyesi olursa saygınlık kazanır. Bu da sahip olduğu yetenekleri gerektiren, ilgi duyduğu etkinlikleri ( meslek görevlerini ) içeren bir mesleğin üyesi olmakla gerçekleşebilir.
Bir kimsenin, niteliklerine uymayan bir mesleğe girmesi, zayıf bir olasılıkla da olsa, mümkün olabilir ama o mesleğin başarılı, saygın bir üyesi olma olasılığı yoktur.
Yaşam boyu sürdüreceğim mesleğimi seçme aşamasındayım: Üniversiteye başvurma dönemine girmiş gençlerin dile getirdikleri bu ifade pek çok kişi için doğru ve geçerli olabilir. Ancak çok hızlı bir değişimin yaşanmakta olduğu çağımızda insanların ömürlerini tek bir meslekle tamamlama olasılığının azalmakta olduğu gözlenmektedir. Bilim ve teknoloji geliştikçe meslek çeşitleri de hızla artmakta, bir yandan bazı meslekler çalışma yaşamından silinirken bir yandan da yeni meslekler ortaya çıkmaktadır.
Bu gelişmeler karşısında, yirmi birinci yüz yılda bir insanın meslek yaşamı boyunca ortalama üç- beş meslek değiştireceği öngörülmektedir. Bundan, çok değil, yirmi beş otuz yıl önce üniversite adaylarına yaşamlarının en önemli kararını vermekte oldukları, meslek seçerken çok dikkatli olmaları gerektiği yolunda uyarılarda bulunulurdu. Gerçi üniversite programlarına öğrenci yerleştirme işlemlerinde, puanların ondalık basamaklarındaki ince farkların dahi dikkate alındığı ve bir kere bir programa yerleştikten sonra ikinci yıl program değiştirmenin zor olduğu bir sistemde hala dikkatli olmak gerekmektedir. Ancak bir kimsenin kendini tanıması oldukça zor olduğu gibi, insanda gelişim ve değişim süreci yaşam boyu devam etmektedir.
Ayrıca insanların çoğu birden fazla yetenek türüne sahiptir ve birden çok alanla ilgili işleri yapmaktan hoşlanabilmektedir. Bu nedenle bir kişi, bir değil birden fazla meslekte mutlu ve başarılı olabilmektedir. Bu olgu özellikle üstün yetenekli kişiler için geçerlidir.
Böyle kimseler hem fen hem toplum bilimlerinde, hem sanat hem de dil- edebiyat alanlarında başarılı olabilmektedirler. Leonardo da Vinci gibi dehaların yaşamları boyunca çok değişik alanlarda üstün kalitede ürün verdikleri bilinmektedir. Çağımızda olanaklar sadece üstün nitelikli kişilere değil ortalama insanlara da değişik yeteneklerini kullanma ve geliştirme ortamı sağlamaktadır.
Halen üniversiteler ya programlarından bazılarını iki alanda diploma verecek şekilde oluşturmaya ya da değişik alanlardan seçimlik dersler açarak öğrencilerin çok yönlü yetişmelerini sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu uygulamanın yakın gelecekte yaygınlaşacağı beklenebilir.
Üniversiteye bir girsem gerisi kolay: Üniversiteye girişin zor olduğu toplumumuzda bir gencin sınavı ya da sınavları başarı ile atlayıp istediği bir alana girmesi önemli olmakla birlikte meslek gelişiminin son aşaması değildir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, bilim ve teknolojideki gelişmeler mesleklerin icra edilme biçimlerini değiştirmekte, bu süreç boyunca, bazı meslekler ortadan kalkmakta, bunların yerine daha gelişmiş teknoloji ile yürütülen yeni meslekler ortaya çıkmaktadır.
Bu olgu bir kimsenin yaşamı boyunca zaman zaman mesleğinde ortaya çıkan yeni uygulamaları öğrenmek için hizmet-içi eğitimi görmesini gerektirmektedir. Ayrı şekilde, mesleği iş piyasasından kalkan kişilerin yeni bir meslek öğrenme sürecine girmeleri söz konusu olabilmektedir. Bu durumda bir gencin, üniversite diplomasını aldıktan sonra eğitim sorumluluğunun biteceğini düşünmesinin yanlış olacağı açıktır.
Kişi değil mesleğinde ilerlemek, işini korumak için bile sürekli eğitim görmek durumunda olacaktır. Bu nedenle günümüzde, yaşamın belli bir döneminde bir kere verilen ve genellikle değişmeyen bir karar olarak meslek seçimi değil çalışma ömrünün sonuna kadar süren bir gelişimi ifade eden kariyer gelişimi kavramı üzerinde durulmaktadır. Gencin bu gerçeği göz önüne alarak yaşamını planlaması yararlı olur.
Kaynak : Prof. Dr.Yıldız Kuzgun / ÖSYM
GERİ DÖN
Mutsuzum diyenlere rastladıkça, babası bisiklet almadığı için çok üzülen Murat’ı hatırlarım. Murat, ilkokulu bitirmişti ve en samimi arkadaşına alınan bisiklet ona alınamamıştı. Memur olan babası, “Bisiklet seneye” dediği andan itibaren, Murat kendisini dünyanın en mutsuz insanı gibi hissetmeye başlamıştı. Zira bisiklet, Murat’ın mutluluk için olmazsa olmaz bir şartı idi. Bu şartı kendisi koymuş ve vazgeçilmez kılmıştı. Yani bir bakıma, mutsuzluğunun sebebini kendisi icat etmişti.
Hepimizin, mutluluk için böyle olmazsa olmaz şartları yok mudur?
Mutluluk için şart koştuğumuz her şey, aslında onun bize ulaşmasını zorlaştıran bir engel değil midir?
Mutlu olmak için şartlarımızı ne kadar azaltırsak, hedefe o kadar kolay ve çabuk ulaşmış olmaz mıyız?
Pekiyi bizim mutlu olmak için şartımız nedir?
Mutlu olmak için eğer zihnimizde kocaman bir liste varsa, ilk işimiz, bu listede yazılı maddeleri hemen azaltmamız, azaltabildiğimiz kadar azaltmamızdır…
Batı Medeniyeti, mutluluğun vazgeçilemez şartlarını çoğaltmak suretiyle, mutsuz insan sayısını artırmıştır. İlkokul öğrencisi Murat, mutluluğu için sadece bisiklet istiyordu ama bugünün erişkinleri ne bisikletler istiyor. Sayısı sürekli artan ihtiyaç listeleri ise insanı mutlu olmaya bırakmıyor.
Anlatılır ki, kralın biri çok mutsuzmuş… Ne yapılsa, nasıl yaşasa, bir türlü mutlu olamıyormuş… Kralın bu derdini bilen bilge bir kişi, ona şu tavsiyede bulunmuş:
“Bütün ömründe hep mutlu olmuş, hiç üzülmemiş bir adamı bulup, onun gömleğini giyiniz… Ancak bu şekilde mutlu olabilirsiniz…”
Mutsuz kral, böyle birini bulmaları için adamlarına emir vermiş…Ülke didik didik edilmiş, her yer taranmış ama “Ben hep mutluyum.” diyen bir adama rastlanmamış…
Tam ümitsiz olacaklarken, bir dağ başında buldukları garip bir çoban, “Evet “ demiş, “Ben hep mutluyum. Mutsuz olduğum hiçbir zamanı hatırlamıyorum!”
Kralın adamları çok sevinmiş… Tekrar tekrar sormuşlar:
- Gerçekten hep mutlu musun?
- Mutsuzluk diye bir şey tanımadım, cevabı üzerine de, onu tanıyanlara sormuşlar. Yakınlarının şahitliği de, çobanın doğru söylediğini ispatlamış. Bunun üzerine çobana durumu anlatmışlar ve tabii ki hemen gömleğini istemişler.
Garip çoban, işte o an, çok mutsuz olmuş ve büyük bir üzüntüyle, “Benim hiç gömleğim olmadı ki” demiş…
Olumlu Düşün, Mutlu Ol!
Olumlu düşünmek, hem vücut sağlığının, hem de mutluluğun temelidir. Bu cümle Prof. Faruk Yorulmaz’a ait… Bu sebeple, konunun uzmanı olan Prof. Yorulmaz şu tavsiyede bulunuyor:
“Nefret ve kin duygusu yerine, sevgi ve bağışlama duygusunu geliştirmeliyiz.”
Aynı uzmana göre mutluluk, “İnsanın iç dünyası ile dış dünyasının uyumlu hale gelmesiyle” sağlanabilir.
Zihin sağlığı olmadan, beden sağlığı da olmaz.
Bu sebeple, insanın mutluluğu içinde başlar. Mutluluk için iç donanımı hazır olmayan insanı, dış şartların çok uygun olması dahi mutlu edemez.
Gönlü mutluluk için müsait olmayan kişi, bedence de sağlıklı kalamaz. Zira zihindeki olumsuzluk bedeni de yaralar, güçsüz düşürür.
İşte bu yüzden, mutluluğu beden sağlığında ve dışarıdaki maddî şartlarda arayanlar hep yanılmışlardır. Zira bedeni yaşatan ruhtur. Ruh, derunî ve asıl varlığımızdır.
Mutluluk için ilk şart, hayata güzel bakmayı becerebilmektir.
Çünkü “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.”
Hayat, gördüğümüz ve algıladığımız gibidir. Olumlu düşündüğümüzde, o da bize olumlu davranır. Adeta zannımıza ve düşüncemize göre tavır alır.
Hayat da rüya gibidir. Yorumumuza göre gerçekleşir. Bu yüzden uyanıkken gördüklerimizi de hep olumluya ve hayra yormamız gerekir. Olumlu düşünmek, insanın gerginliğini, telaşını ve endişelerini giderir. Olumlu düşünmek, insanın ruh sağlığını korur ve kendisini iyi hissetmesini sağlar.
Aynı hastane odasında, aynı hastalıktan yatan iki hastadan biri, ziyaretçilerine, hep “İyiyim, daha da iyileşeceğimi umuyorum.” diyor. Diğeri ise daima, “Çok kötüyüm!” cevabını veriyor. Aynı tedaviyi gören bu iki hastanın durumu, aynen dedikleri gibi çıkıyor.
Zira, olumlu düşünmek, insanın kendisini iyi hissetmesini sağladığı için, hastalığa karşı da direncini artırıyor.
Olumlu düşünmek, kalp hastalıklarına yakalanma tehlikesini de azaltıyor, solunumu düzene sokuyor. Bu suretle, müspet düşünmek, daha iyi oksijen alan beynin ve vücudun daha iyi çalışmasını sağlıyor. Bunun sonucunda da, insan dikkatini daha iyi topluyor, konulara daha çok odaklanabiliyor, çok daha canlı ve uyanık halde bulunuyor. Böyle bir insan, insanî ilişkilerinde çok daha dikkatli, etkili, olumlu ve yapıcı hale geliyor.
Hayatın zorluklarını halletmekte, problemlerini çözmekte daha başarılı oluyor; kaza ya da hata yapma riskini azaltıyor. Olumlu bakış açısını yakalayan öğrenci, derslerindeki başarısını artırıyor.
Olumlu düşünmeyi prensip haline getirenler, daha sağlıklı, mutlu ve kaliteli yaşarlar.
Olumlu düşünebilmenin şartı, hayata hissîlikten uzak, gerçekçi ve doğru bakmaktır.
Olumsuz görünen şeyleri irdeleyip incelemek ve görünüşe aldanmamak gerekir.
Eğer olumsuzluk acı ve ağır geldiyse, sabır silahıyla karşı koymalıdır. Musibetin ilk vurduğu andaki sabır, çok kıymetlidir. Çünkü, beklenmeyen bir acının, en etkili ilacı, o andaki sabırdır.
Heyecanı, panik havasını, gerginliği azaltan ve etkisizleştiren sabır hali, beyni kötü ve korkutucu yanlardan, öğretici ve çözüm sunucu taraflara çeker, dertlerle baş etme konusunda faaliyete geçirir. Bu şekilde davranan insan, en ağır ızdıraplar karşısında bile sağlam durur, yıkılmaz… Hayatını ümitsizleşerek karartmaz. Tam tersine, azim ve iradesini hayata bağlanmakta ve yaşama sevincini artırmakta kullanır. Bu sebeple, olumlu düşünmek, aynı zamanda, olumsuzluktan olumluluk çıkarma sanatıdır.
Hayata güzel bakabilen insan, olumsuzluklar karşısında, hemen bir suçlu aramaz. Önce “Ben ne hata yaptım?” diye düşünür. Başkalarını değil, kendini dönüştürmeye ve düzeltmeye çalışır. Hatalardan ders çıkarır, daha iyiye, daha doğruya, daha güzele gitmenin yollarını arar.
Güzel Huy Mutluluk Kaynağıdır
Olumsuzluklar karşısında, dışarıdan suçlu aramak, sonra da onlara karşı nefret ve kin duygusu oluşturmak, insanı mutsuz eder. Çünkü, kin ve nefret gibi olumsuz duyguların ilk ve en ağır zararı, o duyguları taşıyana gelir. Kalbinde kin, kıskançlık ve nefret taşıyanlar, üzerlerinde patlamaya hazır bomba taşıyanlara benzerler. Patlamaların öncelikli ve ilk zararı taşıyıcılaradır. Diğer insanları cezalandırmak için, kendisini yok eden bir insan ne derece doğru davranmış olur.
Kin ve nefret, taşıyıcısına ne kadar zarar verirse, sevgi ve bağışlama duygusu da o kadar fayda verir.
Dolayısıyla, anne-baba ve eğitimciler, genç gönülleri sevgi ve şefkat duygusuyla donatmalıdırlar. Çünkü, sevgi ve şefkate doymuş bir gönülde kin ve nefrete yer kalmaz.
Aslında bütün kötü huylar, mutluluğun düşmanıdır. Mesela, haset (çekememezlik), Efendimiz’in (s.a.v.) tabiriyle, “Önce hasidi (haset edeni) yer bitirir, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi…”
Bu sebeple, mutluluğun mecburi istikameti, güzel huylarla donanmış olmaktır.
Ve kötü ahlaktan mutluluk çıktığı hiç görülmemiştir.
ENGELLEMELERE RAĞMEN MOTİVE OLANLAR
Siz en son ne zaman reddedildiniz? Bu yazı dizisi tarihe geçmiş ünlü isimlerin reddedilme öykülerini içeriyor. Tarihe adını yazdıran başarılı kişilerin zamanında pek çok red yanıtıyla karşılaştıkları ve bununla sabırla baş ettikleri görülmektedir. Pek çok defa reddedilen ve buna rağmen amaçları yolunda çabalarına devam eden kişilerin mükafatı, istediklerini eninde sonunda elde etmeleridir. Peki siz kaç red yanıtına dayanabilirsiniz?
Her insan hayatında en az bir kere reddedilme durumuyla karşı karşıya kalmıştır. İstediklerini elde edenlerle, edemeyenlerin arasındaki fark, isteklerine ulaşanların kendilerine ve yaptıkları işlere inanmaları ve denemekten asla ve asla vazgeçmemeleridir. Tarihteki ünlü isimlerin elde ettiği başarıların ardında, birçok red yanıtı almalarına karşın çabalarını aynı azimle devam ettirmeleri gelmektedir. Zaten red yanıtlarına yenilenleri de tarih de aklından çıkarmıştır. İşte reddedilmek güzeldir dedirten o ünlü öyküler.
İlk çağın ünlü hatiplerinden Demostenes, ilk kez topluluk karşısında konuşmaya başladığında halk ona kahkahalarla gülmüş ve kürsüden uzaklaştırmıştı. Kekeme olmasına rağmen içinde büyük bir hatip olma arzusu taşıyordu. Çok çalıştı, ağzına deniz kıyısında bulduğu çakıl taşlarını koyarak ve dalga sesleri eşliğinde konuşma egzersizleri yaparak kendini geliştirdi. Ve sonunda dünyanın en büyük hatiplerinden biri olmayı başardı.
Richard Bach’ın, gelişim düşkünlerinin severek okuduğu Martı Jonathan adlı kitabı tam 18 yayın evi tarafından reddedilmişti. 1970 yılında basıldığında ise büyük bir ilgi görerek, günümüze değin dünya çapında beğeniyle okunan kitaplar arasına girdi.
Walt Disney, farelerle dolu bir garajda “Miki Fare” (Mickey Mouse) adlı ünlü çizgi film kahramanını yaratıp şöhreti yakalayıncaya kadar onlarca işten ret cevabı almıştı. Bir keresinde bir gazete editörü onda zerre kadar resim kabileyitinin olmadığını söylemiş, ayrıca Disneyland’ı kurmadan önce birkaç defa iflas etmişti.
Genetik biliminin kurucusu Mendel de birçok kez istediği üniversitelere kabul edilmemiş ya da okumayarak yarıda bırakmıştı. Hatta bitiremediği üniversitenin bir profesörü onun için, “bir bilim adamı için gerekli olan berrak düşünebilme yeteneğine sahip değil” demişti.
Ünlü girişimci Henry Ford’un, seri otomobil üretmeyle ilgili projesinin kredi talebi “otomobil ancak geçici bir moda” gerekçesiyle bir banka müdürü tarafından reddedilmişti. Ford, otomobilleriyle başarıya ulaşıncaya kadar tam beş kez iflas etmiş, ancak vizyonu ve azmi sayesinde otomotiv sektörünün kurucusu ve bir numaralı ismi haline gelmişti.
Ünlü müzisyen Beethoven, küçük yaşlarda keman tutuşunu beğenmeyen hocası tarafından “Müzisyen olamaz!” denilerek gözardı edilmişti.
“Rüzgar Gibi Geçti” adlı kitabıyla ünlenen yazar Margaret Mitchell’ın, bu kitabının 38 defa reddedilmesinden sonra basımı yapılmıştı.
Ünlü romancı Charles Dickens, geçinmek için girdiği bodrum katındaki işinden arta kalan zamanında öyküler yazdı. Fakat yayıncılara gönderdiği bu öyküler sürekli reddedildi. Ta ki bir gün olumlu yanıt alıncaya kadar.
İtalyan tenor Enrico Caruso’nun, müziğe başladığı ilk yıllardaki hocası onun için, “sesin pencere kenarından giren rüzgarın çıkardığı ıslık sesine benziyor” demiş ve ona ders vermeyi reddetmişti. Ancak Caruso çalışmasıyla daha sonra dünyanın en büyük tenorlarından biri olmayı başarmıştı.
Kaynak : E-motivasyon
BİLGİYİ EYLEME DÖNÜŞTÜREBİLMEK
BAŞARIDAKİ en ince sırrın nerede saklı olduğunu bilir misiniz? Küçük bir grup insanı diğer insan kitlelerinden ayıran ve aralarda uçurumlar oluşturan sır nerede gizlidir? Zekâda mı? Zenginlikte mi? Destekleyici ve teşvik edici çevrede mi? Soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmekte mi?
Hayatımızın akışı, bize bizi çok değerli kılabilecek bilgiler öğretir. Bize heyecanla anlatılan başarı sırlarının pek çoğunu önceden bildiğimizi görürüz. Bazen insanlara anlatmaya çırpınırken, boşuna konuştuğunuz düşüncesine kapılabilirsiniz. Çünkü ne anlatsanız, biliyorlardır. Sorun nerede o zaman? Çok şey biliyorsak, hayatlarımız neden değişmiyor?
Peygamberin(asm) bildirdiğine göre, öldükten sonra insanların en çok pişmanlık duyacak olanları; dünyada iken ilimlerini hayatlarına aktarmayanlardır. Bildiği halde ilmini yaşamayanın hâli çok acıklıdır gerçekten: Evinizde bir ülkeyi satın alacak değerde hazine saklıydı ve siz onu demirciler dükkanında hurda fiyatında sattınız. Olağanüstü bir hazineyi yok fiyatına sattığınızı sonradan öğrenmek size esef vermez miydi?
Başarı yollarını ararken kendimizi duvarlara çarparak yıllarımızı tüketiyoruz. Sırlar bir yerlerde gizlenmiyor. Aksine, çocukluğumuzdan bu yana bulutların arasından süzülen ışıklar gibi gözlerimize ve kalplerimize saçılıyor. Aslında hayatta en büyük başarı; hatta başarının tek başına kendisi; insanın öğrendiğiyle amel edebilmesidir.
Zenginlik israf etmemekte gizliyse; zenginlik, iktisadı başarmaktır. Sağlık sigarayı bırakmakta saklıysa, hafıza sabah erken uyanmakta gizli ise; başarı sigarayı bırakmakta ve erken uyanmakta aranmalıdır.
Bildiğini hayatına aktarmayanın yüzleşeceği tehlikeler, bilmeyenlerden kat kat fazladır. Cahil, öğrenebilir. Bilmeyenin öğrenme ve uygulama fırsatı her zaman açıktır. Ama bilenler bildiklerini uygulama savaşı vermediklerinde, ilimlerini taktir etmemiş, şükrünü eda etmemiş olurlar. Matematik öğrenen çocuk bakkaldan alışveriş yaparken, ödeyeceğini ayrıca hesaplamıyorsa, öğrendiği matematiği taktir etmiyordur. Güler yüzün hayrını idrak ettiğimiz andan itibaren yüz hatlarımız değişmemişse, tebessümün şükrünü yerine getirmiyoruzdur.
Sonuçta, Kaderin Şefkâtli Sahibi de, bildiklerini sanarak nankörleşenlere tokatlar savurur: Çünkü ilim izzetlidir. Kendilerine sunulan izzete şükretmeyenler, ilim sahibi olmayı hak edemezler. Şükredemeyenlerin gözleri “ülfet perdesiyle” kapatılır; o gözler bulutların arasından saçılan bilgi ışıklarını göremez olurlar.
Sonra onlar herkesle birlikte ilim okyanusunda yürütülürler, ama farkında değildirler. Sonra da kalplerine “ben biliyorum” adını taşıyan kapkara bir gurur perdesi örtülür. Cehaletleri arttıkça, kendilerini âlim sanan zavallılara dönüştürülürler. Gururları başkalarından öğrenmelerini engeller. Âlimler onlara öğretmekten kaçınır. Melekler kalplerine ilhamı kesip onları terk ederler.
Sorunumuzun farkında mıyız? Çırpınırcasına öğrenmeye çalışıyoruz. Bir kurstan veya konferanstan ötekine koşuyoruz. Övülen bir kitap duyduğumuzda fedakârlık yapıp hemen satın alıyoruz. Değerli bir bilgiyi hayranlıkla dinliyoruz ve kavramaya çalışıyoruz. Peki, öğrenme yolunda gösterdiğimiz çırpınışın hiç olmazsa onda birini, öğrendiğimizi uygulayabilmek için gösteriyor muyuz? Üniversite sonuna kadar uzanan öğrenim süreci bize sadece bilgiyi “öğretiyor.” 20 yılı aşkın süre boyunca binlerce günümüzü sadece hocalarımızı dinlemekle ve anlattıklarını not etmekle geçirdik. Peki, derslerin hemen ardından hayat okyanusuna döndüğümüzde öğrendiklerimizle neler yapabileceğimizi de sorguladık mı?
Başarının sırlarını bilenlerin belki de milyonlarca olduğunu görebilirsiniz. Hayatta devrim yapabilecek bilgileri içeren kitapları yüz binlerce insan okuyor. Ama o insanlardan sadece birkaçının yıldızı parlayabiliyor. Sadece birkaçının ruhunda depremler yaşandığını görüyorsunuz. Sadece birkaç kişi aşkını kaybetmiş Mecnun gibi dağlara savuruyor varlığını... Az insan gecenin yıldızlarını gözyaşlarıyla özlüyor. Az insan televizyondan vazgeçebiliyor. Az insan sabah uykusunu parçalayarak yatağından fırlayabiliyor. Bir avuç insan Evrenin Sahibine kavuşma arzusuyla uzaya uzanmak isteyen ruhunu ateşleyebiliyor. Çünkü öğrendiklerini uygulama savaşı veren insanlar çok az.
O zaman çaresiz miyiz? Hayır! Bu küçük yazının içeriğine gelin birkaç öneriyi sığdıralım:
• Bilgi, “bilmiyorum ve öğrenmek istiyorum” diyen kalplerin yanında huzur bulur. Sizi sevmeyenlerin huzurunda hoşnutluk duymazdınız. İlme aşık olmanın yollarını aramanızı öneriyorum. İlme kavuşmak için tüneller kazmaya, sürünerek de olsa Çin’e gitmeye, gerekiyorsa horlanmaya ve aç kalmaya hazır olmalısınız.
• Bilgi kapısını açan şifre “şükür duygusunda” gizlidir. Size öğreterek öneminizi artırdığını her hatırladığınızda Evrenin Sahibine sevinçle ve minnetle şükrediyor musunuz? Şükür, sevincinizi; sevinç, zihinsel sağlığınızı; zihinsel sağlık, öğrenme becerinizi; öğrenme beceriniz de yeniden sevincinizi artıracaktır. Hafızanızı bir yoklar mısınız? Size öğrettiklerinden dolayı bugün Yaratıcımıza kaç kez teşekkür etmiştiniz? Şükretmedikleri halde yine de bugün kendilerine bir şeyler öğretilenler, biriken borçlarını nasıl ödeyeceklerini sanıyorlar?
• Bildiğimiz kadar değil; bildiklerimizi yaşadığınız kadar değerli olduğumuzu idrak etmeliyiz. Yaratıcımız bizi bilgilerimizle değil, yaşantımızla değerlendirecektir. Zira O bizim mallarımıza ve suretlerimize değil, amellerimize ve kalplerimize bakıyor. Bilgilerimiz, mallarımız ve suretlerimiz cinsindendir; ama niyetlerimiz ve yapmaya çabaladıklarımız, gerçek değerimizi oluşturacaktır. Son nefesinize kadar öğrenmek; ama, herhangi bir bildiğinizi yaşamaya fırsat bulamadan ölüp gitmek ister miydiniz? Öğrenme çabası da bir eylemdir elbette; ama onu yaşantıya aktarmakla ona ruh katarsınız. Elektriğiniz yoksa buzdolabınız ne işe yarar?
• Yeteneklerimiz bildiklerimizle değil, uygulamalarımızla gelişir. Zaten hayatımızdaki gerçek başarılarımız diplomalarımıza değil; becerilerimize dayanır. Bize aldığımız eğitimlere göre değil, işyerimize sağladığımız katkıya göre ücret verirler. Sosyal hayatta bize duyulan saygının temelinde bildiklerimiz değil, yapabildiklerimiz yatar. İnsanları bildikleriyle değil, yaptıklarıyla hatırlarsınız. Eser üretenler çok bilenler değil, az da bilseler, bildiklerini yaşayanlardır.
• Az da bilse, bildiğini yaşayan, çok bildiği halde bildiğini yaşamayandan daha başarılı olacaktır. Gazetelerde çarpıcı bir istatistik okumuştum: İnsanlara ekmek kapısı olan işyerlerinin sahipleri, genellikle resmî yüksek eğitim süreçlerinden geçememişler. Patronların çoğu ilkokul mezunu. Üniversiteleri bitirenler ise çoğunlukla bu çalışkan patronların kurduğu fabrikalarda iş arıyorlar. Çünkü, öğrenciler üniversiteye kadar uzanan süreçte öğrendiklerini uygulamanın önemini yeterince kavrayamamış oluyorlar. İz ve eser üretenler ise hayata tam da uygulamanın içerisinde başlıyorlar. Küçük bir bilgi kırıntısı edindiklerinde, ertesi sabah ilk yaptıkları iş, onu uygulamak oluyor.
• Zihinsel bir sorgulamayı alışkanlık hâline getirmeliyiz: “Bu bilgi gerçek hayatta nasıl işime yarayabilir? Onu şimdi ve bundan sonra nasıl uygulayabilirim?” Bu sorgulamayı yaptıkça alışkanlığa dönüşecek ve gün gelecek, yaşama biçimimizin de değiştiğini göreceğiz. Eğer işinize yaramayacak bir bilgi öğrenmişseniz derhal atın gitsin.
• Öğrendiğiniz her yeni bilgiyi sorgulayın: “Bunu nasıl uygulayabilirim? Gerçek hayatta nerede kullanabilirim?” Fırsatını bulur bulmaz da mutlaka kullanın. Eğer kullanamayacağınız bir bilgi öğrenmişseniz, kültürsüz kalmanız pahasına da olsa acımayın, unutun.
• O zaman ne olur? O zaman, gelecekteki yıllarınızda dehanız gelişir. O zaman, geçen her gün, ruhunuzun sevgi ve sevinç okyanusunun kilometrelerce ötesine daldığını fark edersiniz. O zaman, siz Evrenin Sahibinin evrende en çok önemsediği, özenle koruduğu ve meleklerine taktirle yâd ettiği izzetli ve sevgili bir temsilcisi oluverirsiniz. O zaman, size bakan, varlığınızda Yaratıcınızın imzasını okur. O zaman, siz evrenin en değerli meyvelerinden birine dönüştürülürsünüz. Bunları istemez miydiniz?
Muhammed Bozdağ
Motivasyon, mutlu ve başarılı olmak için hayati önem taşır. Aşağıdaki ipuçları,
kendi kendinizi motive etmenize ve bunu sürdürebilmenize yardımcı olacaktır.
Bunlar, pratik ve sonuca yönelik tavsiyelerdir. Uygulamadığınız sürece,
genel kültürden öteye geçmeyeceklerdir.
1. HİKAYENİZİ YAZIN
Temiz bir kağıda bir iki paragraf olacak şekilde arzu ettiğiniz geleceğin hikayesini yazın. Gelecekte yapmakta olduğunuz şeyi, yaşadığınız yeri ve sahip olduklarınızı yazın. Bu sizi, hem şimdi hem de gelecekte motive edecektir.
2. GELECEĞİ GÖZÜNÜZDE CANLANDIRIN
Gözlerinizi kapatın ve kendinizi gelecekte ne yapıyor olarak görmek istiyorsanız, onu yaparken canlandırın. Sağlıklı bir şekilde koşuyorsunuz, bahçenizdeki çiçekler ile ilgileniyorsunuz ya da çalışıyorsunuz. Örneğin, hayaliniz küçük bir işyeri açmaksa, kendinizi açılış gününde, müşterileriniz ve çalışanlarınız ile selamlaşırken hayal edin. Böylece, hayallerinizi somutlaştırabilirsiniz.
3. GEÇMİŞİ GÖZÜNÜZDE CANLANDIRIN
Geçmişi gözünüzde canlandırdığınızda, daha önce nerede olduğunuzu ve ne kadar yol kat ettiğinizi görürsünüz. Planlı hedeflerinize ne kadar ulaştığınızı ve nerelerde hata yaptığınızı anlarsınız. Bu sizin doğru yolda ilerlemenizi sağlayacaktır. Bir şoförü düşünün, yalnızca önüne baksa ve dikiz aynasından yararlanmasa nelere maruz kalabilir. Zaman zaman geçmişe bakmak, en az şoförün dikiz aynasına bakması kadar yararlıdır.
4. BÜYÜK DÜŞÜNÜN
Geleceğiniz ile ilgili büyük düşünmekten korkmayın. Bu, kısa süreli başarısızlıklarınıza katlanmanızı kolaylaştıracaktır. Engeller, sizi durduramayacaktır. Çünkü, sizin gözleriniz büyük hedefe kilitlenmiş olacaktır. Uzun bir zamandan sonra sevdiğinize kavuşacağınızı düşünün, onu tren garından almaya giderken, bardaktan boşanırcasına yağan, sizi sırılsıklam eden yağmur, rahatsız eder mi?
5. KENDİNİZİ EĞİTİN
Hedef ya da hayaliniz ile ilgili her şeyi öğrenin, okuyun, konuşun, dinleyin ve deneyin. Eğer bir yazar olmak istiyorsanız, ders alın, kitaplar okuyun, yazın, diğer yazarlar ile konuşun, atölye çalışmalarına katılın.
6. DÜZENLİ OLUN
Temiz, düzenli ve iyi organize edilmiş bir ev, ofis ve hayat, motive edilmiş akıl için olmazsa olmaz niteliği taşımaktadır. Fiziksel dağınıklık, zihinsel dağınıklığa neden olur. Düzenli bir hayatınız olsun, böylece kendinizi her gün daha da zinde hissedeceksiniz. Örneğin, gece yatma, sabah kalkma saatiniz düzenli olsun. Mutlaka kahvaltı edin ve sabah en az yarım saat yürüyüş yapın.
7. EVİNİZDE VE OFİSİNİZDE MOTİVATÖRLERE YER VERİN
Evinizde, ofisinizde, arabanızda, cüzdanınızda size hedef ve hayallerinizi hatırlatacak sembollere, işaretlere, notlara ya da objelere yer verin. Bu hatırlatıcılar, sizin motivasyonunuzun devamının garantisi olacaklar. Son model bir araba sahibi olmayı mı istiyorsunuz? O halde hayalinizdeki arabanın resimlerini odanızın duvarına asın, cüzdanınızda saklayın ve ihtiyaç duyduğunuz an bakıp, hedefinizi hatırlayın.
8. GÖNÜLLÜ ÇALIŞMALARA KATILIN
Gönüllü olarak başka insanlara yardım edin. Bunu yaptığınızda, diğer insanları mutlu etmenin ne kadar tatmin edici bir şey olduğunu fark edeceksiniz. Haftasonları, eşinizle birlikte Çocuk Esirgeme Kurumu’na gitmek iyi bir fikir olabilir.
9. KENDİ MOTİVASYONUNUZ İLE BAŞKALARINI MOTİVE EDİN
En iyi öğrenme yöntemi, öğretmektir. Çocuklarınızın motive olmalarına, arkadaşlarınızın daha etkili hedefler belirlemelerine, eşinizin kişisel hayallerine ulaşmasına yardımcı olun. Onlara yardımcı olduğunuz zamanlarda, aslında kendinize de yardım ediyor olacaksınız.
10. ÇOCUKLAR İLE ZAMAN GEÇİRİN
Çocuklar ile zaman geçirmek size perspektif kazandıracaktır. İşteki yada özel hayatınızdaki sıkıntı yada endişeler, çocuklarınız ile oynadığınızda eriyip gider. Çocuklar her şeye basit yollu bakarlar ve bunu öğrenmek bile bizim için kar sayılır.
11. BADİLİK SİSTEMİ KURUN
Eşinizin kendi gelişimine yönelik hedefleri yada bir şeyleri başarmak isteyen yakın bir arkadaşınız var mı? Eğer varsa, onlar ile ‘badilik sistemi’ kurun. Birbirinizi motive edin, uyarın, cesaretlendirin ve hedeflerinizde yardımcı olun.
12. KENDİNİZE BİR MODEL BULUN
Kendisinden bir şeyler öğrenebileceğiniz rol model seçin. Bu kişi, sizin saygı duyduğunuz ve kendisi gibi olmak istediğiniz birisi olmalıdır. Saygı duyduğunuz bir insanı örnek aldığınızsa, tekerleği yeniden icat etmeniz gerekmeyecektir.
Eğer çevrenizde böyle bir kişi yoksa, ünlü bir lideri, sanatçıyı yada bilim adamını da rol model olarak alabilirsiniz. Kendisi ve yaptıkları hakkında tüm bilgileri edinerek, hedeflerinize ulaşmak için kullanabilirsiniz.
13. YÜRÜYÜŞ YAPIN VE ARABA KULLANIN
Şöyle bir etrafı gezin yada bulunduğunuz semtte arabanızla dolaşarak, rahatlayın, serbest zaman geçirin. Hepimizin rahatlamaya ihtiyacı var ve aslında hızlı yürüyüşler yapmak, araba kullanmak, gerçekten iyi birer çözüm. Bu şekilde yaptığınız mekan değişikliği, üzerinizdeki olumsuz havayı dağıtacaktır.
14. BAŞARI HİKAYELERİNİ OKUYUN
Etrafınızdaki insanların başarı hikayelerini okuyun. Günlük gazetelerde bile size ilham verebilecek, motive edecek ve harekete geçirecek düzinelerce küçük başarı hikayeleri var. Kütüphaneler, sıradan insanların sıra dışı hikayelerini anlatan biyografi ve otobiyografileri ile dolu. Hepsi, sizi başarıya ulaştırmak için raflarda heyecanla bekliyorlar.
15. MÜZİK DİNLEYİN
Müzik sakinleştirir, heyecanlandırır, hüzünlendirir ve hatta motive edebilir. Koşu yaparken Rocky´nin film müziğini dinlemek, müziği motivatör olarak kullanmaya en güzel örnektir. Sizi motive edecek şarkıları belirleyin ve ihtiyacınız olduğu durumlarda onlardan yararlanın.
Mesela, sabahları ofisime yada eğitim vereceğim şirkete giderken, ‘türkü’ dinlemekten çok zevk alıyorum ve bu beni motive ediyor.
16. MOTİVE EDİCİ FİLMLER İZLEYİN
Sizi motive eden filmlerin listesini yapın ve küçük bir arşiv oluşturun. Örneğin; Forrest Gump filmini izlemek pek çok kişiyi motive edebilir. Biliyorsunuz bu filmde, IQ´su normal insanlardan çok daha düşük bir kişi, büyük başarılara imza atıyordu.
17. MOTİVE EDİCİ ALINTILARI OKUYUN
Gerek internette, gerekse kitaplarda size ilham verecek ve motive edecek binlerce alıntı bulunuyor. İnternette dolaşın ve aranın çiçeklerden bal topladığı gibi bilgileri toplayın.
Bunlar işinize çok yaracaktır, çünkü hepimizin hayatı yorumlama şeklimiz farklıdır. Hayata farklı açılardan bakmanızı sağlayacak hikayeler bile çok işinizi görecektir.
18. SAĞLIKLI BESLENİN
Mutlu bir yaşam için, sağlıklı beslenme çok önemlidir. İyi bir diyet, sizin vücut sisteminiz için gerekli olacak tüm besin, vitamin ve mineralleri içerir. Fazlası zaten zararlı olacaktır. Ne demişler, sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur. Vücudunuz ve motivasyonunuz için sağlıklı beslenin. Sigara ve alkolden uzak durun.
19. YETERİNCE UYUYUN
Bazı insanlara 6 saat uyku yeterken, bazıları için 8 saat gerekli olabilir. Yeterince uyuduğunuza emin oluncaya kadar uyuyun. Ancak, 8 saatten fazla olmamasına da dikkat edin. Düzenli ve yeterli bir uykuya sahip olmanın, hem vücudunuz hem de zihniniz açısından ne kadar yararlı olduğunuz göreceksiniz.
20. SÜREKLİ ÖĞRENİN
En önemli ders bu. Etrafınızdaki dünya hakkında sürekli öğrenmeye devam edin ve asla durmayın. Sizi ilgilendiren şeyler hakkında okuyun, dinleyin ve öğrenin. Mesela, sorulan bir soruya bilmiyorum demenin tadını çıkarın, sonra hemen öğrenin. Meraklı olun. Biliyorsunuz, merak ilmin hocasıdır.
Hedefler olmadan, hayatınızda kalıcı değişiklikler yapmanız oldukça zordur. Aşağıdaki ipuçlarını kullanarak etkili ve verimli hedefler belirleyebilirsiniz.
21. HEDEFLERLE ÇALIŞIN
Hedefler ile ilgili en önemli ipucu bu. Hedeflerle çalış..!
Hedefler, hayatınızın tüm alanlarındaki gelişiminiz için önemlidir, eğer hedefsiz çalışırsanız, gelişiminizde güçlükler ile karşılaşırsınız.
İstediğinizi elde etmek için, işinizi şansa bırakmanız hiç de iyi bir yol değildir.
Earl Wilson’un güzel bir sözü var. Diyor ki : “Başarı mı? Başarı tamamen şansa bağlıdır. İnanmazsanız başarısız insanlara sorun..!”
Hedeflerle çalışın, onlar size başarıyı ve yanında meyvesi olan mutluluğu getireceklerdir.
22. BEYİN FIRTINASI YAPIN
Temiz bir kağıt ve kalem alın. Uygun bir ortama geçin. Kimsenin sizi rahatsız etmeyeceği, telefondan uzak.
Sonra, düşünün, düşünün ve tekrar düşünün. Aklınıza gelen her düşünceyi yazın. Parasal hedefler, kişisel hedefler, İlişkisel hedefler, sağlığınız ile ilgili olanlar vs. Tüm fikirleri yazın.
Bitirdiğinizde, üzerinde çalışmak için gereğin fazla hedefiniz olacak. Bunlar arasından sizin için önemli olanları seçin.
23. HEDEFİNİZİ KAĞIDA YAZIN
Üzerinde çalışacağınız hedefi seçmeden önce, onu bir kağıda yazın, hedefinizin somutlaşmasını sağlayın. Böylece, sizin için gerekli olup olmadığına daha kolay karar verebilirsiniz.
24. HEDEFİ SEÇME NEDENLERİNİZİ YAZIN
Neden bu hedefi seçtiniz? Hedeflerinizin her biri için, ”Bunun bana ne yararı var” sorusunu sorun. Hedefi seçme nedenlerinizi kolaylıkla açıklayabiliyor olmalısınız. Eğer açıklayamıyorsanız, bu hedefi listeden silin ve diğerine geçin.
25. HEDEFİNİZİN SPESİFİK OLMASINI SAĞLAYIN
Hedefinizin etkili olabilmesi için, onu spesifik olarak ele alın.
“Çocuklarınız ile ilişkilerinizi geliştirmek” çok önemli ve yapmaya değer olabilir, ancak hedefiniz adına çok geniş bir tanımlama olacaktır. Bunun yerine, daha spesifik bir hedef belirleyin. Mesela, Pazar günleri beraber pikniğe çıkmak, akşam yemeklerinizi saat 19:00-20:00 arasında birlikte yemek, yada gece yatmadan önce onlarla 1 saat sohbet ederek bilgi ve deneyimlerinizi aktarmak gibi.
Bu sizi hedefinize daha kolay ulaştırabilir.
26. TERMİNLER KULLANIN
Hedeflerinizin gerçekleşmesini engelleyecek en ölümcül şey, ertelemektir. Bu problemin üstesinden gelmenin en iyi yolu termin kullanmaktır.
Hedeflerinizde yaptığınız gibi, terminlerinizi de spesifikleştirin. Elimdeki projeyi 5 Ocak 2004’e kadar bitireceğim gibi...
27. BAŞLAMA TARİHİ KULLANIN Termin önemli, ancak onun kadar önemli olan başka bir konu daha var ki, bu da başlama zamanının net olmasıdır. Hedefiniz için yola çıkarken, başlama tarihini ertelemeye yönelik pek çok nedeniniz olacaktır.
Bunun üstesinden gelmek için, başlama tarihi belirleyin ve o tarihe sadık kalın.
28. BÜYÜK HEDEFLER SEÇİN
Hedeflerinizin etkili olabilmesi için, ulaşılabilir-zor olmalıdır. Eğer hedefiniz başarılması kolay ise, motivasyonunuz düşer.
Hedefleriniz ulaşılabilir olmalı, ancak aynı zamanda sizin mevcut yetenek ve becerilerinizi geliştirmenizi gerektirecek kadar da zor olmalıdır.
29. ULAŞILABİLİR HEDEFLER BELİRLEYİN
Ulaşamayacağınız hedefler belirlemek, sununda, sizde hayal kırıklığı, kızgınlık ve özgüven sarsılması yaratır. Hedefleriniz ulaşılabilir-zor ve mantıklı olmalıdır.
30. DETAYLI AKSİYON PLANI HAZIRLAYIN Hedeflerinizin her bölümü için, adım adım detaylı aksiyon planı hazırlayın. Pek çok hedef, ne zaman ne yapılacağı planlanmadığı için başarısızlığa uğrar. Yapacağınızı planlayın ve planladığınızı yapın.
31. ABARTMAYIN ( GEREĞİNDEN FAZLA HEDEF İLE ÇALIŞMAYIN) Aynı anda çok fazla hedef üzerinde çalışmayın. Başlamak için bir ila üç arası hedef uygun olacaktır.
32. İLERLEMENİZİ ÖLÇÜN Çalışmalarınızdaki ilerlemenizi ölçün. 300 sayfalık bir roman yazmak istiyor olabilirsiniz. 300 sayfayı birden hedeflemeyin. 25 ila 50 sayfalık artışlar şeklinde düşünün ve tamamladığınız sayfaların günlük çetelesini tutun. İlerlemenizi ölçmek, hedefiniz gerçekleşinceye kadar motivasyonunuz en üst seviyede tutacaktır.
33. İSTEK LİSTESİ HAZIRLAYIN Kendinizi yapmak zorunda hissettiğiniz yada yapmayı gönülden istediğiniz 10 şeyin listesini yapın. Bir iş kurmak, maratonda koşmak, Avrupa’yı ziyaret etmek, Japonca öğrenmek vs.
Bu listeyi ofisinizde ve/veya evinizdeki panoya yapıştın.
34. HATIRLATICILAR KULLANIN Post-it’ler günlük görevlerinizi ve hedeflerini hatırlamanız için mükemmel araçlardır. Tabii, abartmamak kaydıyla.
Birbiri üstüne geçmiş, ne olduğu okunmayan onlarca not, size hiçbir yarar sağlamayacaktır.
35. KENDİNİZİ ÖDÜLLENDİRİN Kendiniz için ödüller belirleyin. Hedefinize ulaştığınızda yada küçük de olsa bir adım attığınızda kendinizi ödüllendirin ve bunu kutlayın. Çok çalıştınız ve bunu hak ettiniz. Ailenizle dışarıda yemek yiyin, kısa bir seyahate çıkın yada sizi mutlu edecek başka şeyler yapın.
Davranış her şeydir. Aşağıdaki ipuçları, kazanan davranışlara sahip olmanıza yardımcı olacaktır.
36. DOĞRU KELİMELERİ KULLANIN
Günlük konuşmalarınızda, ‘Bunu başarabilirim’ yada ‘Bir çözüm buluruz’ gibi olumlu cümleler kullanmaya dikkat edin.
Kurduğunuz, cümlelerin sizin psikolojiniz ve davranışlarınız üzerinde son derece önemli etkileri olduğunu unutmayın.
37. İYİMSER OLMAK İÇİN ÇABA HARCAYIN
İnsanların ne kadar başarılı oldukları, iyimser yada kötümser olmalarına göre değişir. Pozitif davranışlara sahip olmak, üzerinde uğraşmanız gereken bir şeydir. Önemli olan, ne olduğunuz yada olmadığınız değil, ne olabileceğinizdir.
38. ARKADAŞLARINIZI SEÇİN Arkadaşlarınızın negatif davranışları mı var? Bu sizi etkiliyor mu?
Birlikte zaman geçirdiğimiz insanlar, çoğu zaman bizim tutumumuzu etkileyebilir. Eğer ofisinizdeki yada evinizdeki bireyler sizi negatif yönde etkiliyorsa, bu durumu değiştirecek gerekli adımları atın.
39. DEĞİŞİME İHTİYACINIZ OLDUĞUNU NASIL ANLAYACAKSINIZ? Mutsuz olduğunuzu anladığınızda, bunu kendinize itiraf edin ve kendinizi korumaya alın. Bu yapılması çok zor olan bir şey, özellikle bir şeyleri kendinize itiraf edecek durumda değilseniz. Yapılması zor, ancak değerli. Karamsarlığa düşmeye başladığınızda, farkına varın ve bu durumu değiştirin.
40. DİĞERLERİNİN NE DEDİĞİNİ DİNLEYİN
Kendimize pozitif bir insan olduğumuzu söylemekten hoşlanıyor olabiliriz, fakat bu her zaman doğru değildir. Arkadaşlarınızın ve ailenizin sizin davranışlarınız ile ilgili söylediklerine kulak verin, duymak istemeyeceğiniz şeyler söyleyebilirler. Fakat, unutmamak gerekir ki; hayattaki en iyi değişimler, yapıcı eleştirilerden gelir.
41. SİZİ NELERİN HUZURSUZ ETTİĞİNİ ÖĞRENİN Sizi nelerin huzursuz ettiğini bildiğinizde, içinde bulunduğunuz olumsuz durumdan uzaklaşabilir ve bunun sonucu ortaya çıkan gerilim ve hayal kırıklıklarından korunabilirsiniz.
Eğer kaçamayacağınız bir durum söz konusu ise, onu daha iyi bir hale getirmek için neler yapabileceğinizi düşünün.
42. SİZİ NELER MUTLU EDER? Bu sizin psikolojiniz ve tutumunuz için hayati önem taşır. Sizin ‘mutluluk’ tuşunuz tutum ve davranışlarınızı tekrar ve tekrar geliştirmek için gereklidir. Mesela ben, kötü bir ruh hali içerisindeysem, sabah kahvaltı yapıp yapmadığımı kontrol ederim. Eğer yemediysem, sistemime besin aldıktan sonra 180 derecelik bir dönüş yaşarım. Ruh halim düzeliverir.
43. ARA VERMESİNİ BİLİN Şimdi dışarıya çıkın ve açık havada kısa bir yürüyüş yapın.
Sıkıntı duyduğunuz durumlarda, ara vermesini bilin. Bu sizin olaylara farklı bir perspektiften bakmanızı sağlayacaktır. Mesela, eşinizle problem mi yaşadınız yada amiriniz sizi demoralize edecek şeyler mi söyledi, ani tepkilerden kaçının, bir ara verin, etraflıca düşünün ve öyle harekete geçin.
Bununla birlikte, sürekli çalışmayın, ara vermesini bilin. Baltanızı bilemeden yeni odunlar kesmeye kalkmayın. Aşağıdaki *hikaye size yardımcı olacaktır.
BALTAYI BİLEMEK
Çalışacağım ve kendimi hazırlayacağım. Ve bir gün şans kapımı çalacak.
Abraham LINCOLN
Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş. İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar. Sonuç: İkinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş :
Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne? İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş :
Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir.
Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp,yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. Bu zihnimizin, ruhumuzun karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur.
Delfi´deki ünlü tapınakta Sokrates´in şu sözü yer alır: İnsan Kendini Tanı Kendini tanımak, şu anda olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Kendini tanımak, kendimizi nasıl gördüğümüz ile başkalarının bizi nasıl gördüğü arasında açı olmaması anlamına gelir. Bireysel ve iş yaşamımızda başarılı, mutlu ve doyumlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız...
44. HAREKETE GEÇMEDEN ÖNCE İKİ KERE DÜŞÜNÜN Harekete geçmeden önce, nedeniyle birlikte hareketiniz hakkında düşünün. Eğer bir çalışanınız, sizi de etkileyebilecek bir yanlış yaptıysa, hemen bağırıp çağırmayın. En iyi karşılık (yanıt) üzerinde düşünün. Bunu iki kere yaptıktan sonra harekete geçin.
İki kez dinleyip, bir kez konuşmamız için, iki kulağımız ve bir ağzımız olduğunu unutmayın.
45. TEPKİ&YANIT (REACT VS. RESPOND) Bu iki kelime, mutlu, istekli, pozitif insan ile üzgün, bitkin ve negatif insan arasındaki farktır.
Hayatınızda sizi direk yada dolaylı olarak etkileyecek şeyler olduğunda, buna yanıt verin. Yani, üzerinde düşünün, çözüme odaklanın.
Eğer tepki verirseniz, nedenleri atlamış ve o andaki duruma odaklanmış olursunuz. Sonuçta, daha fazla sıkıntı ve hayal kırıklığı dışında elinize bir şey geçmez.
Tepki değil, yanıt verin.
46. SAHİP OLDUĞUNUZ ŞEYLERİN DEĞERİNİ BİLİN Etrafınıza bakın ve sahip olduğunuz şeylerin değerlerinin farkına varın. Arkadaşlarınız, aileniz, kariyeriniz, eviniz yada başka herhangi bir şey. Bu bile başlı başına bir mutluluk kaynağıdır. Kötü şeylerin hayatımıza nasıl girdiğinin önemi yok, biz sahip şeyler için şükretmeliyiz.
Farklı bir bakış açısıyla bakın ve hayatınızdaki güzel şeylerin tadını çıkarın.
47. HER ZAMAN MUTLU OLMAK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ Bazen, kendinizi kötü hissetmenizin hiçbir kötü yanı yok. Her zaman, dışadönük, heyecanlı, enerji dolu olmak zorunda değilsiniz.
Bir şeylerin yolunda gitmediği, kendinizi iyi hissetmediğiniz günler olacaktır. Dert etmeyin, problemler geçer.
48. MANTIĞINIZLA HAREKET EDİN Sorunlara mantığınızla yaklaşın. Duygularınızla hareket ederseniz, sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsınız.
49. DEDİKODUCULARDAN UZAK DURUN
Etrafınızdaki negatif konuşmalara katılmayın. Eğer, konuşmanın bu yönde ilerlediğini görürseniz, özür dileyerek kibarca oradan uzaklaşın.
50. GÜNE İYİ BAŞLAYIN Güne gülümseyerek başlayın. Bugün, başarılacak ve hoşlanılacak pek çok şeye sahip olacaksınız. Hayat kısa..! Ancak, bugün geriye kalan hayatınızın ilk günü. Bunu asla unutmayın.
MOTİVASYON MASALLARI
Pekçok insanın kafasında bir hedef vardır, fakat ona ulaşmak için adım bile atmazlar. Neden? Zihinlerindeki yanlış inançlar, masallar yüzünden. Aşağıdaki bölümde, başlıca yanlış inançlar ve neden onlardan sakınmanız gerektiğini bulacaksınız.
Beceremem, onu yapamam
Evet, yapabilirsin! Diğerleri ne yapabiliyorsa, sen de yapabilirsin. Aynı büyüklükte beyin, aynı iki kol ve bacak, her gün aynı zaman diliminde yaşayan kadın yada erkek tarafından yapılmış olan tüm olağanüstü şeyleri, sen de yapabilirsin.
Yarın başlarım
Belki, yapamazsın. Bugün yapabileceğin şeyleri asla erteleme. Yarın garanti değil ve geleceğin ne getireceğini kimse bilmiyor. Yalnızca şu andan eminsin. Buradasın ve hedeflerine ulaşabilirisin.
Bu benim için doğru olmayabilir
Uğraştığınız şeyin sizin için en iyisi olduğundan hiçbir zaman %100 emin olamazsınız. Çünkü sürekli yenilenir ve değişir. Hedefe yürürken pek çok kere yol değiştirirsiniz. Mükemmel fırsatlar kapınızı çalana kadar beklemeyin. Harekete geçin.
Kaynak:motivasyoncu.com
Başarıya götüren “hedef belirleme
“ çalışmasının ilk aşamasını “hedefin tanımlanması” teşkil eder. Hemen herkes
zihninde bir hedef ya da gönlünde bir aslan taşır. Ama neredeyse hemen hiç
kimse gönlünde taşıdığının boşlukta sallanan bir hayal veya avuntu olduğunu
bilmez. Aşağıda başlıklar altında işlediğimiz konuları inceleyelim. Bu
özelliklere sahip olmayan istekler hedef olamaz. Gerçekleşemez:
1. Hedef tam istediğimiz şey olmalıdır. Vali olmayı hedeflediğini düşünen kişi gerçekten bunu istiyor mudur? Eğer fırsatı olursa bir Einstein veya bir Edison olmayı da kabullenebilecekse hedefi yoktur demektir. Çünkü tam istenen hedef ne kadar yüksek olursa olsun tamamen farklı olan bir başka hedefle çabucak yer değiştirebiliyorsa her defasında hedefe sahip olan kişi neredeyse sıfırdan başlamak zorunda kalır. Yerinden sık sık oynayan taşın etrafında taşa bağlı hiç bir şeyi sabitleştiremezsiniz.
Hedefimizin tam ve gerçekten istediğimiz şey olup olmadığını nasıl belirleyeceğiz? İlk önce ne kadar istediğimizi sorgulamamız gerekir. Hayal edebileceğimiz alternatif hedefleri bir araya getirmemiz ve bunların arasından birisini nihai olarak seçmemiz gerekir. Bu belirlemede hedefin bize kazandıracakları şeyler önemli bir kıstas olabilir. Ayrıca tam istediğimiz hedefi, değer yargılarımız, uzmanlık alanımız, cinsiyetimiz, hazır birikimlerimiz ve muhtemelen çevremiz şiddetle etkileyecektir. Bir Müslüman’ın en iyi pop şarkıcısı olmayı hedeflemesini bekleyemezseniz. Bir fizikçi heykeltıraşlığa kalkışmaz. Bir kadın ordu komutanlığını hedeflemez, vs... Belirlediğimiz hedefi gerçekten istememiz için alternatif hedeflerden -nazarımıza ve şartlarımıza göre- üstün olması ve bize hayatın anlamı açısından çok şey kazandırıcı olması gerekir.
2. Hedef gerçekçi olmalıdır. Kuş gibi kanatlanıp uçmak gibi uyduruk hedefin bir anlamı yoktur. Hedefte gerçekçiliğin unsurlarının korunması çok önemlidir. Belirlediğimiz hedef dış gerçeklikle uyuşuyor mu ? Yani dünyanın işleyişinin dışında peri masalı gibi bir hedef mi tutturmuşuz. Kuş gibi uçamayız. Çünkü dış gerçeklikte insana kuş gibi kanatlar hiç bir zaman takılmamıştır. Ve takılmaz. Hedef kişisel gerçekliğimizle de uyuşmalıdır. Eğer dilimiz kesilmiş ise bizim kişisel gerçekliğimize uyan en ideal hedef hatip olmak değildir. Hedefin gerçekçiliğini belirlerken dikkate alacağımız bir üçüncü husus hedefin nelere sahip olmamızı gerektirdiğini hesaplamamızdır.
3.Hedef kesin bir tanım taşımalıdır. Hedefin kesinliği her zaman ve şartta bütün ayrıntılarıyla “Beş-N” sorularına cevap verip vermediğiyle ölçülebilir. Yani “ ne istiyoruz, nerede istiyoruz, ne zaman istiyoruz, nasıl istiyoruz, ne kadar istiyoruz?” Bu sorulara açık ve kesin bir cevap vermeyen, bunun yerine siyasetçilerin çoğunlukla yaptıkları gibi genellemelere dayandırılan hedefler gerçekleştirilemezler. “Yapmalıyım. Az/çok miktarda... Yakın bir zamanda... Buralarda bir yerlerde vs..” Bu genellemeler hep genellendikleri şekilde kalmayı tercih ederler.
İşte genellenmiş bir hedef: “Çok zengin olmak istiyorum.” Hiç kimse boşuna zenginliği bu şekilde istemesin. Çünkü bu şekilde herkes istiyor ama hep bu şekilde istemeyenler zengin oluyor. Hedefin kesinliğinin ölçülmesiyle ilgili ayrıntıyı aşağıdaki örneklerde birazdan inceleyeceğiz.
4. Hedef detaylandırılmış olmalıdır: Hedef soyut/ mücerret ana hedeften ve bunun altında gittikçe müşahhaslaşan, eylem/ fiil planına yaklaşan alt hedeflerden oluşmalıdır. En tepede teorik ana hedef bulunur. Bunun altında ana hedefe götüren teorik alt hedefler vardır. Her teorik alt hedefin altında tamamen eyleme/fiiliyata dönük pratik alt hedefler vardır. Bu pratik alt hedefler belirlenirken hedefin yukarıda geçen “Beş-N” sorularını kesin şekilde cevaplayıp cevaplamadığının sağlamasının yapılması gerekir.
İzin verirseniz şimdi bu sağlamayı aynı konu üzerindeki farklı cümleleri karşılaştırarak örnekleştirelim.
Ana teorik hedefimizin altındaki alt teorik hedefimiz şu olsun: “Dostları tarafından sevilen insan olmak.” Sevilen insan olmaya götürecek daha alt seviyedeki teorinin/pratiğin kesiştiği noktadaki alt hedeflerden birisi şu olabilir: “Dostlarıyla irtibat kurmak.” Şimdi alt eylem taktiklerine geçiyoruz. Beş-N sorularının ne kadar cevaplandığına dikkat edelim.
· ”Dostum A ve B ile irtibat kuracağım.” Hangi dostlarımla, nerede, ne zaman, nasıl, ne kadar? Bu sorular cevapsız. Dostlarınızla irtibat kuramazsınız.
· ”Dostum A ve B ile işyerinden irtibat kuracağım” Kim ve nerede sorularına cevap var ama daha üç-N belli değil.
· “Dostum A ve B ile çarşamba günü saat 5.00’de işyerinden irtibat kuracağım.” Nasıl, ne kadar soruları hala cevapsız.
· “Dostum A ve B ile çarşamba günü saat 5.00’ de işyerlerinden telefonla görüşüp kendilerini çok özlediğimi söyleyeceğim ve çocuklarının hastalığının ne durumda olduğunu soracağım.”
· Burada son cümle ile Beş-N cevaplanmış ve pek iyi bir alt pratik(eyleme dönük) hedef belirlenmiştir.
· Tekrar özetleyecek olursak belirlediğimiz hedefin alt hedefleriyle birlikte istediğimiz şey olup olmadığına, gerçekçilik derecesine, kesinlik durumuna ve teorikten pratiğe doğru iç içe geçmiş birbirlerini gerçekleştirme paralelinde hazırlanan üst/alt hedeflerden oluşup oluşmadığına dikkat etmek zorundayız. Profesyonel stratejinin temel unsurları bunlardır. Bu aşamaların haritası çok iyi çıkarıldığında başarıya götüren sürecin ilk kapısından girilmiş olur. Bundan sonraki kapı “Zihnin hedefe açık tutulmasıyla” ilgilidir. Üzerinde ciltlerce kitap yazılan bir konu küçücük bir köşeye ancak bu kadar sığabiliyor.
· 5. Hedef faydalı olmalıdır. Cinayet şebekesi kurmayı hedefleyemeyiz. Temel'le Cemal bir hedef bulurlar ve “ Kim yüksek bir binanın balkonundan en çok sarkabilir” şeklinde bir iddiaya tutuşurlar. İddiayı sonunda rahmetli Temel kazanır. Biz rahmetli Temel olmamalıyız.
Bir köylü eşeğiyle katırını iyice yükleyerek şehre doğru
yola çıkmış. Yol uzun, hayvanların yükü ise oldukça ağırmış. Katıra göre biraz
daha yaşlıca olan eşek düz yolda, zorlanarak da olsa, vaziyeti idare edebilmiş.
Ancak, dağa tırmanırken, bakmış ki dayanamayacak, katıra yükünün ağır geldiğini
ve birazını alıp ona yardımcı olmasını rica etmiş. Katır bu ricayı duymazlıktan
gelmiş ve bir süre daha yola böylece devam etmişler. Sonra birden, zavallı
eşek, o ağır yükün altında düşmüş ve ölmüş.
Yola devam etmek zorunda olan köylü, bunun üzerine; önce, ölen eşeğin
üzerindeki yükü almış ve katırın yükünün üstüne eklemiş. Daha sonra, ölen
eşeğin derisini yüzmüş ve onu da katırın sırtına atmış.
Katır yaptığından pişman, yükü eskisinin iki katından fazla, “Ettiğimi buldum.
Eğer eşeğe ihtiyacı olduğunda biraz yardım etseydim, şimdi bu halde olmazdım”
diyerek, iç çekmiş.
(Anonim, Çev. Seden Tuyan)
İletişimin olmazsa olmazı...
Hayatımıza şöyle bir baktığımızda bizim duygularımızı duyarlı bir şekilde
dikkate alan ve bizim olumlu davranabilmemizi sağlayan insanların varlığı bizi
mutlu eder, yokluğu ise üzer. Çünkü, başkalarının duygularını ve bakış
açılarını kavrayabilen kişiler, etrafındaki insanların gereksinimlerini çok iyi
anlar ve karşılarlar. Bu bakımdan, başarılı ve verimli ilişkiler kurabilen bir
öğretmen, bir yönetici, eş ve ebeveyn kısacası insan olarak hayatın her
kademesinde kurduğumuz diyalogların verimli birer alış verişe dönüşmesini
sağlayan, problemlerimizi çözülür kılan ve sihirli bir fark yaratan sır, hep bu
anlayış dolu yaklaşım tarzı olmuştur. İşte, bu yaklaşım tarzı “empati” nin
özünü oluşturur. Bu tarzdan uzaklaşan ilişkilerde korku, öfke, uyumsuzluk,
tutku eksikliği, neşesizlik ve en önemlisi verimsizlik hakim olmaya başlar.
Empati nedir?
Empati kişinin bir diyalog sırasında karşısındakinin duygu ve düşüncelerini
anlayabilmesini ve böylece duyarlı bir yaklaşım içinde olmasını sağlayan bir
Duygusal Zeka becerisidir. Empati becerisini iyi kullanabilen kişiler bu
anlamda, iyi bir dinleyici olmalarının yanı sıra, karşıdaki kişinin dile
getirmediği duygularını da sezebilir, bakış açılarını kavrayabilirler. Bu
bakımdan, empati kişinin farklı olan ya da başka kültürden gelen insanlarla iyi
geçinebilmesini sağlar (Goleman, 2003; Stein & Book, 2003). Empati kurabilmemiz
için gerekli olan üç öğe vardır (Rogers, 1970, Kasatura, 2003):
* Empati kuracak kişi kendisini karşısındakinin yerine koymalı, olaylara onun
bakış açısıyla bakmalıdır.
* Empati kurmuş sayılmamız için karşımızdaki kişinin duygu ve düşüncelerini doğru
olarak anlamamız gereklidir.
* Empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın karşıdaki kişiye doğru
olarak iletilmemesi durumunda empati kurma sürecini tamamlamış sayılmayız.
Örneğin, bir arkadaşınızın patronuyla arası bozuk ve canı çok sıkkın,
haksızlığa uğradığını düşünüyor ve hararetli bir şekilde derdini sizinle
paylaşıyor. Siz, kendinizi onun yerine koyup neler hissettiğini
anlayabilirsiniz. Onun duygularını içinizde hissedebilirsiniz. Ama, sıra bu
durumu ona ifade etmeye geldiğinde, her şey yolundaymış gibi gülerek
“halledersin, boş ver” diyebilirsiniz. İşte böyle davrandığınızda, yüzünüzdeki
ifade, söylediğiniz söz ve içinizdeki duygular arasında bir çelişki ortaya
çıkar. Dolayısıyla da doğru empati kurmuş, fakat bunu karşıdakine yeterince
iletememiş olursunuz. İletme gerçekleşmediği takdirde empati tamamlanmış
sayılmaz.
Duyguların dili
Duygularımızı hem sözlü olarak hem de sözlü olmayan yollarla dile getiririz.
Ancak, çok nadir duygularımızı kelimelere döker, daha çok başka yollarla ipuçları
veririz. Başkasının ne hissettiğini sezebilmenin anahtarı ses tonu, jest ve
mimikler, yüz ifadesi, değişik duruşları ve beden hareketleri gibi sözsüz
ifadeleri okuyabilmektir (Goleman, 1995). Bebekler ve küçük çocuklar
konuşabilene kadar kendilerini bu yolla ifade ederler. Anne, ya da bebeğin
bakımını üstlenen kişiler onun ihtiyaçlarını vücut dilini okuyarak anlar ve
karşılarlar.
Duygusal Zeka araştırmacısı, psikolog Dr. Goleman’a göre akılcı zihin
sözcüklerle ifade bulur, duyguların tarzı ise sözsüzdür. Kişinin sözleri; ses
tonu, el-kol hareketleri veya diğer sözsüz yollardan ifade edilenlerle
çelişiyorsa, duygusal gerçek, aslen ne söylediğinde değil, nasıl söylediğinde
saklıdır. Yapılan araştırmalar, duygusal mesajların yüzde doksanının hatta daha
fazlasının sözsüz olduğunu göstermektedir. Bu durumda, insanların bize
ilettikleri en önemli mesajları anlayabilmenin ve dünyayı başka bir kişinin
bakış açısından görebilmenin yolunun, sözlü mesajların yanı sıra –hatta daha
çok- sözsüz mesajları tanımak, anlamak ve yorumlamaktan geçtiğini
söyleyebiliriz.
Diğer taraftan kişiye empatik tepki vermenin de başlıca iki yolu vardır. Yüz
ifadesini, bedeni kullanarak onun anlaşıldığını göstermek ve sözlü olarak onu
anladığınızı ifade etmek... Ancak en etkili yol bu ikisini birlikte
kullanmaktır (Kasatura, 2003).
“Empati” tanımını iyi anlamak gerekir...
Başarılı iletişimin güçlü aracı “empati” yanlış anlamalara da açık bir
kavramdır. Bu konuda üç genel yanlış anlama bulunmaktadır (Stein & Book,
2003):
* Empati “iyi bir insan olmak” anlamına gelmez. Sadece iyi insan olmak adına
düşünce ve duygularımızı karşımızdakine doğru ve açık bir şekilde
anlatamıyorsak, bu durum başka insanların duygularını kendi duygularımız gibi
benimseyip herkesi hoşnut etmeye çalışmak anlamına gelir - ki bu durum bir
kabusu andırır ve hareket özgürlüğümüzü kısıtlar.
* Empati çoğu kez “sempati” ile karıştırılmaktadır. Aslında bu iki kavram
birbirinden çok farklıdır. Karşımızdaki kişiye sempati duyuyorsak, onun
hissettiği duyguların aynılarını hissederiz ve karşımızdaki kişinin ne
düşündüğü ve hissettiğiyle ilgili örneğin, “ sınavı kazanmana sevindim”,
“kitabını kaybetmene üzüldüm” gibi “ben” ve “benim” vurgusunu hissettiren kendi
yorumumuzu ortaya koyarız. Yani sempati duyduğumuz kişiyi anlamamız ve
kendimizi onun yerine koymamız şart değildir. Bunlar iyi niyetli yaklaşımlar
olmasına rağmen karşı tarafı etkilemekte yetersiz kalır. Oysa ki empati
kurduğumuzda karşımızdaki kişiyle aynı duyguları ve görüşleri paylaşmamız
gerekmez, sadece onun duygularını anlamaya çalışırız. Diğer bir deyişle empatik
cümleler “sen” vurgusunu taşır. Bu durumda sözlü ifadelerimiz “sınavı
kazandığına seviniyor olmalısın”, “kitabı kaybettiğine üzülmüşsündür” gibi
karşımızdaki kişiyi anladığımızı hissettirecektir.
* Empatik yaklaşım, karşıdaki kişinin duygu ve düşüncelerini koşulsuz olarak
kabul etmek anlamına gelmez. Bu anlamda “empati kurmak” karşındakini anlamak ve
anladığın şeye saygı duymak sürecidir.
“Anlayış sahibine yaşam kaynağıdır.” Hz. Süleyman
Empati, empatiyi kuran kişi için de önemlidir. Empatik olmanın kişiye
kazandırdıkları bazı avantajları şöyle sıralayabiliriz:
* Diğer insanlarla daha çok yardımlaşır ve bu yüzden de çevreleri tarafından
daha çok özlenir ve sevilirler.
* Ne zaman ve ne kadar konuşmaları gerektiğini, ne zaman geri çekilip, ne zaman
hamle yapabileceklerini iyi bilirler ve sonuç her iki tarafında yararına olur.
* Olayları ve insanları okur, sağlam veriler toplar, önemli detayları fark
ederek hareketlerini uyarlar ve böylece maksimum etki yaratabilirler.
* Farklı insanlar karşısında ne tür strateji ve taktikler kullanabileceklerini
bilirler ve bu yüzden özellikle iş ilişkilerinde başarılı olurlar.
Empati geliştirilebilir...
Empati ölçülebilen ve geliştirilebilen bir beceridir. İşte size empati
becerinizi geliştirebilmeniz için birkaç öneri...
* İyi bir dinleyici olun ve sadece cevap vermek için değil, anlamak için
dinleyin. Anladığınıza emin olmak için sorular sorun.
* Sadece kulaklarınızla değil bütün duyularınızla dinleyin. Beden dili ve ses
tonlarından iletişim halinde olduğunuz insanların duygularını okumayı deneyin.
Farkettiğiniz duyguya neyin sebep olabileceğini anlamaya çalışın.
* Karşınızdaki kişinin derisinin altına girmeyi ve dünyayı onun gözleriyle görmeyi
deneyin. Başkalarının duygu ve düşüncelerine saygı duyun.
* İnsanların sözlü olarak ifade ettikleriyle, beden diliyle ortaya koydukları
duygular arasındaki uyuşmazlıkları fark etmeye çalışın.
* İletişim konusunda yaşadığınız olumsuz deneyimleri tekrar gözden geçirerek
benzer durumlarla karşılaşmamak için bu deneyimlerden nasıl
faydalanabileceğinizi düşünün.
* Kitap okurken veya film seyrederken karakterlerin neler hissettiklerini ve
neden böyle hissedebileceklerini düşünün. Siz olsaydınız ne yapardınız?
Kolay gelsin...
Kaynaklar
Goleman, D.,Boyatzis, R., Mc Kee A. Yeni Liderler, Çev. Filiz Nayır, Osman
Deniztekin, Varlık Yayınları, 2003.
Goleman, D. Duygusal Zeka Neden IQ dan daha Önemlidir?, Çev. Banu Seçkin
Yüksel, Varlık Yayınları, 1995.
Kasatura, İ. Heyecansal Kontrol, Altın Kitaplar, 2003
Stein, J. S., Book, H. E. EQ- Duygusal Zeka ve Başarının Sırrı, Çev. Müjde
Işık, Özgür Yayınları, 2003.
Freedman et al. Handle with Care (Emotioal Intelligence Activity Book), Six
Seconds, 1997/1998.
İstediğiniz, muhtaç olduğunuzsa, ruhunuza akan enerji şiddetlenecek, hayatınız hedeflerinize hızla sürüklenecektir. İsteklerinizi şiddetli ihtiyaçlarınıza dönüştürmelisiniz.
Evrenin hareketinin anlamı, bilinçli ya da bilinçsiz ihtiyaçların karşılanmasıdır. Bir ihtiyacın karşılanması olmayan tek bir hareket gösterilemez.
Varlıklar muhtaçtırlar; ama, çoğu, ihtiyaçlarının bilincinde değildir. Bebek beslenmeye muhtaçtır; açlığını ağlayarak ilân eder. Fakat, bilinci, ihtiyacının adının açlık olduğunu bilecek ölçüde gelişmemiştir. Anne, bebeğin ihtiyacını anlar ve karşılamaya koşar.
Evrenin pek çok kesitindeki yalvarış ve ağlayışlar bu türden ihtiyaçların ifadesidir. Evrenin Sahibi de yarattıklarının hâllerini bilir ve ihtiyaçlarına karşılık verir.
İhtiyaç diline dökülen istekler ufukta şimşekler gibi taşınır.
Çatlamış toprak su dileyince, bulut vagonlarına yüklenen su, ötelerin semalarından taşınır. Gökyüzü emre itaatin gürültüle-riyle zemini titretir.
İhtiyaç dili reddedilemez bir dildir. Yeryüzünün susuzluğu gökyüzünü titretebiliyorsa, insanın uykusuzluğu evreni sarsacaktır. Zira insan ihtiyaç dilini en hazin bir içtenlikle, en tatlı bir belagatla kullanabilir. Diz çöküp veya boynunu bükerek ağlayabilir: "Yardımına muhtacım, rahmetine muhtacım, bağışlamana muhtacım, sevgine ve korumana muhtacım, dostluğuna muhtacım" diyebilen, insandır.
Hayvanların ihtiyaçlarını karşılama yolunda duydukları heyecan, tutumlarına yansıyor. Zamanlarını verimli kullanıyorlar. Sürekli bir şeylerle meşgul oluyorlar. Sarı çiçeklere dadanan bir yaban arısı topluluğunu izledim. Fabrika işçileri, onlar kadar hızlı ve uyumlu çalışamazlardı.
Gürleyen semadan boşalan yağmur ya da coşkulu okyanusun ufkundan doğan Güneş, ayrı bir ihtiyacın ardından koşturuluyor. Kimilerinin ihtiyacı aç midelerini doyurmaya çırpınmaktır. Kimileri en güzel kokmak, kimileri en güzel görünmek için çırpınır. Görüntülerinden ürktüğümüz küçük kurbağalar bile, serin yaz akşamlarının en sevindirici senfonisini seslendirebiliyorlar.
Bir an, özgür insanların dünyasına dönüyorum. İnsansız doğada ruhumu kuşatan sevinç, beton binaların arasında birden kayboluyor. Çoğu zaman kendimi iliklere kadar üşütücü bir mağarada buluyorum. Oralarda birbirinin kuyusunu kazmak, gıybetini yapmak, rencide etmek, küçük düşürmek, alay etmek, kıskanmak, dışlamak, gasp etmek, saldırmak gibi bir dizi bozuk kişilikle karşılaşıyorum. Bir kısım insanlar birbirleriyle çarpışa çarpışa akşama yorgun ulaşıyorlar. Sonra da bitkin kalplerini televizyon annenin cinayetlerle ve entrikalarla süslediği masallarına teslim ediyorlar.
Bir yüksek binadan, caddede karıncalar gibi yürüyen yüzlerce insanı izledim. Ruhlarını hissetmeye çalıştım. Sanki sürükleniyorlardı ve ihtiyaçlarını hissetmiyorlardı. Sanki kimilerinin yaptıkları, öylesine dolaşıp zaman doldurmaktı.
İnsan ihtiyaç dilini terk ederse, şükrünü yitirir; o zaman Evrenin Sahibi de insanı muhtaç hale getirir. Sağlığı ihtiyaç diliyle istemeyen uyuşmuş kalpler hastalık eğitiminden geçiriliyorlar. Unuttuklarımızın değerini bize hatırlatan acıtıcı uyarılar yaşayacağız. Musa (as) şöyle dua etmişti: "Rabbim! Doğrusu bana indirdiğin her iyiliğe muhtacım." 9
Çevrenizde sevgiye muhtaç kalpler göreceksiniz. Kimileri her şeyin içerisinde, çok şeyden mahrum yaşatılıyor. Belki onlara şimdi haksızlık yapılıyordun Oysa, onlar da geçmişte kendilerine sunulan ikramlara haksızlık yapmışlardı. Onlara sevgiler sunulmuştu ve onlar bu sevgileri çalar gibi harcamışlardı.
İnsanın isteklerini ihtiyaç diline dönüştürmesi, insana karşı konulamaz bir duygu derinliği kazandırır. Duygu ruhsal enerjinin insan hayatına yansıyan biçimidir.
"Yapamıyorum" diyenler, genellikle harekete geçirici enerjiye sahip olamayanlardır. Çünkü onlar isteklerini ihtiyaçlarına dönüştüremiyorlar.
Bizi ortalamanın yukarısına taşıyacak ihtiyaçları biz üreteceğiz. Bir insanın ihtiyacını fark etmesi, Edison'un ampulü keşfetmesi gibi bir buluştur. Zira bizim için mimarî plânları çıkarılacak gelecek, keşfettiğimiz ihtiyaçlarımıza dayandırılacaktır.
İhtiyacımızın bizi alıp götürmesi için, onun zorunluluk derecesinde bir şiddete kavuşturulması gerekir. Âdeta onsuz kalbimiz kırıktır; onsuz içimiz susuzluktan kavruluyordur. İhtiyaç zorunluluk derecesine çıkınca, etkisi sarsıcı olacaktır.
Kur'an; 28: 24Evren muhtaçlara yardım etmek üzere programlanmıştır. Kimse kimseye niçin yardım ettiğini bilmiyordur belki... Şiddetli ihtiyaçlarımız, meleklerin, insanların ve hayvanların yardımlarını üzerimize yönlendirecektir.
Elazığ'ın sevgisini kazanan Mamuret'ül-Aziz Vakfının kurucularından dinlediğim ilginç hikâyelerden birini aktarayım: Kimsesizler için kurdukları aşevinin aşçısı, bir gün, vakıf yöneticilerine, "Etimiz tükendi, bugün yemeklerimizi etsiz pişireceğiz." dedi. O gün fakirler adına gönülleri üzüntülüydü; fakat, birazdan aşevinin dış kapısını açtıklarında, dışarıda telâşlı bir adamla karşılaştılar. Adam kurbanını kesip arabasına yüklemiş; yarım saattir aşevinin kapısında eti teslim edeceği bir yetkili arıyormuş.
Bazen zor durumda olan kimi insanlara yardım etmeye girişirsiniz. Küçük bir harekette bulunursunuz ve ummadığınız şekilde yardımlar dökülüverir; şaşırırsınız. Böyledir; çünkü şiddetli ihtiyacını hisseden ve ihtiyaç diliyle dua eden birine yardım ediyorsunuz.
Bazen yardıma yırtınırsınız da elleriniz boş kalır. Zira belki de yardıma çabaladığınız insan, ihtiyaç diliyle yete rince istememiş; ruhsal evrende ardına yeterli ruhsal destek alamamıştır. Çok zor işlerin inanılmaz kolaylaşabildiğini; çok kolay işlerin de şiddetle zorlaşabildiğini göreceksiniz.
Nelere muhtacız? Bize verilenlerin ihtiyaçlarımız arasında olduğunu bilseydik; şükretmesini öğrenirdik. Kim görme ve işitme yeteneğini her fark ettiğinde şükreden insan kadar mutlu olabilir? Hz Ali (kv) der ki, "İnsandan şükür kesilmedikçe, Allah'tan nimetin artışı eksilmez." Kimilerinin kazanımları ve yükselişleri durur; çünkü, şükrü unuturlar. Kimileri de tepetak-lak devrilir; çünkü, nankörlük tuzağına düşüyorlar; "Kendi ilmimle ve kudretimle ben başardım." diyorlar.
"Olmasa da olur." dediğimiz; gönlümüzün eğlenmesine yararlı olacaklarını sandığımız şeyleri mi istiyoruz? İstediklerimizden hangilerine muhtaç olduğumuz önemlidir. Muhtaç olduğumuz istekler bizi heyecanlandırır; çalışmaya sürükler.
"Peki, o zaman, isteklerimi nasıl ihtiyaçlarıma dönüştürebilirim?" der misiniz? Çok basit: Televizyonu nasıl ihtiyaca dönüş-türmüşseniz... Arabayı, saati, cep telefonunu nasıl ihtiyaca dönüştürmüşteniz, diğerlerini de öyle dönüştüreceksiniz.
O, bizim yaşayabilmemizin şartlarından biri olmalıdır. O, bizim en büyük zevk ve şükür kaynağımız, hayatımızın amaçlarından biri olmalıdır. O, her sabah ve her akşam aklımıza gelmelidir. Şeref, onur, değer ve başarı onda hissedilmelidir.
İsteklerimizi hatırladığımızda kalbimiz titremeli ve gözlerimiz yaşarmalıdır. O zaman, isteklerimiz içimizde parlayan güneşe dönüşecektir.
Kur'an; 28: 24
Dr.Muhammed Bozdağ
Geçmişte yaşamış ruhsal önderlerin çok etkili duaları vardır. Her söz, sahibinin yüksekliğinden ve enerjisinden pay alır.
Sahilleri döven her deniz dalgası, kumsalda ayrı bir iz oluşturur. Göle atılan her taşın ürettiği dalga gölün tüm sahillerine ulaşır ve her noktaya zerrecik enerjisini ve etkisini bırakır. Evrende meydana gelen her olayın kaydını hassas cihazlarla evrenden okumamız en azından teorik olarak mümkündür. Aynı durum evrenin ruhsal boyutuna yönelen dualar için çok daha belirgin olarak geçerlidir.
Ruhsal evren için zaman ve mekân sınırı yoktur. Avrupa'da yapılan bir dua ile Afrika'da yapılan bir dua arasında ruhsal evrende mesafe yoktur. Şimdi yapılan dua ile asırlar önce yapılan dua arasında da mesafe yoktur.
Ruhsal evrende sadece sonsuz şimdiki zaman vardır. Orada madde yoktur; maddenin değişmesi, geçmişten geleceğe değişerek akıp durması gibi bir olgu yoktur. Tüm nurlar bir araya toplanmış; geçmiş ve gelecekten koparak aynı zamanda birleşmiştir.
Geçen yıl sonsuz hayata göçmüş bir insan, bin yıl önce ötelere ulaşmış bir insanla aynı zaman aralığında birlikte olabilir. Şimdi sonsuz hayata göçmüş büyük dedelerimizi ve ninelerimizi hatırlayıp dua ettiğimizde, selâmımız onların zamanlarına ulaşacaktır.
Dünyadaki hayat zamana yayılır; üzerindeki olaylar da parçalanarak zamana
yayılacaktır. Dolayısıyla büyük bir ışık kitlesi, zaman çizgisinde küçük ışık
zerreciklerine dönüşür. Oysa, ruhsal evrende, tüm zamanlar tek bir zamana
dökülmektedir. Tüm
eylemler tek bir ortama boşalmakta ve bir arada buluşmaktadır.
Benzer şekilde, binlerce farklı istek birbirinden ayrı ayrı olduklarından, her biri dünyada küçük görüneceklerdir. Oysa ruhsal evrende aynı nitelikteki istekler birbirleriyle birleşir, buluşur, büyür. Dünya sevenleri ayırır; ama, sonsuz hayat sevenlerin buluşma yeridir. "Eğer biri Doğuda biri Batıda iki kişi birbirini Allah için severse, Allah Kıyamet Günü onları bir araya getirecek ve şöyle buyuracak: İşte, bu, Benim için sevdiğin kimsedir." 10z
Manevî evren, her biri birbirinden parlak istek ve yakarış yıl-dızlanyla doludur. O isteklerin ışıkları geçen asırlar içerisinde milyonlarca insanın tekrarlarıyla büyüdü. Biz de aynı istekleri okuduğumuzda, aynı enerjiye daha hızlı kapıldığımızı göreceğiz.
Büyük isteyişlerin diğer bir yönü, ilk sahipleriyle bağlantı kurmamıza vesile olmalarıdır. Birisinin ilk kez dile getirdiği bir duayı okuduğunuzda, o duanın ilk sahibine selâm göndermiş olursunuz. Ruhsal önderler, eserlerinin yaşıyor olmasından doğan ışıklarla aydınlanacaklardır. Bu yolla ruhsal öncülerle bağlantılar kuracaksınız; onların etrafındaki halkalardan bir kesit olacaksınız. Onlarla dostluğunuz gelişecek ve sonsuz hayatınızdaki çevrenizi şimdiden geliştirmiş olacaksınız.
Büyük isteyişlerin önemli bir özelliği, en içten ve en kuşatıcı sözlerden oluşmalarıdır. O sözlerin sahipleri, zihinsel tefekkürün ve kalbî içtenliğin zirvesinde bulunuyorlar. O sözler ya Yaratıcının büyük bir ismine dayanır; ya evrenselleşmiştir ya da duygulandırın içerikleri vesilesiyle etkilidir.
Kimi insanlar ruhsal önderlerden dünya hayatında da yardım görürler. Çünkü onlar bu önderlerin dualarından herhangi birinin frekansına iyice girmişlerdir. Seçeceğiniz yüksek ruhlu öncü insanları dualarınızda sık sık hatırlarsanız; onlara Yaratıcının selâmınızı ve iyilik dileklerinizi ulaştırmasını dilerseniz, onlarla yakınlık kuracaksınız; böylece önünde sonunda onların desteğiyle karşılaşacaksınız. 103
Ruhsal önderlerin dualarıyla isteyenler, kıyamet asrının hangi zaman aralığında ve hangi mekânında; hangi mahallenin hangi dairesinde oturduklarını iyice belli etmişlerdir. Bu yüzden çevrelerinde, Yaratıcının izniyle, velilerin nuranîyetinden oluşan özel bir koruyucu ışık bulunmaktadır.
Bir besteyi tek başınıza seslendirmeniz nerede; ünlülerden oluşan bir koroyla birlikte okumanız nerede... Tek başına bir ağustosböceğinin gönderdiği selâm nerede... Gürleyen gökle, çağlayan denizle, savrulan fırtınayla ve dönen galaksilerle bir gönülden selâm göndermek nerede...
Belki biz çok bilgili birer hatip olmayabiliriz; ama, yanı başımızda evrenin sırlarını öğrenebilmiş önderlerimiz duruyor. Onların dualarıyla dua etmek, onların bestelerini seslendirmektir. Ya da yaptığımız, onların yazdığı harika mektupların altına imzamızı atıp göndermektir. 1tM
Dualar üzerinde yapacağımız araştırmalarla bu tür çok etkili isteme biçimlerini öğrenebiliriz. Kalbimize, kişiliğimize ve durumumuza en uygun dualan kendimiz için seçebiliriz. Ancak bu tür dualann anadilimizdeki karşılıklarını da, en azından genel hatla-nyla, öğrenebiliriz. Aksi takdirde, anlamını bilmeden dua etmiş olacağız; duanın anlam içeriğine ruhumuzdan da hisselerin eklenmesini sağlayamayacağız.
İnsan dostsuzluktan şikâyet eder çoğu zaman. Şu iki günlük dünyada birlikte eğlenip oynayabileceği fedakâr dostlardan mahrum kalmanın acısını hayata küserek çıkarmak ister Oysa bu fanî dünya tüm sevdiklerini ve tüm dostlarını insanın elinden alacaktır. İnsanın asıl korkması gereken, yakında kapısından gireceği sonsuz boyutta, dostsuz, rehbersiz ve korumasız kalmasıdır.
Dünyamızda insanlarla iletişimimiz iyi olmayabilir ve yalnızlığımız bize dostsuzluğun ne kadar acı olduğunu gösterebilir. Yalnızlık acısı, belki de bize sonsuz hayatta sahip olabileceğimiz dostların önemini kavratmak için gönderilmiş bir terbiyecidir.
Yaratıcının sözleriyle isteyen, Yaratıcının rahmeti tarafından
karşılanacaktır. Peygamberin sözleriyle söyleyen, Peygamberle aynı mekânlan
paylaşabilme ayrıcalığını yaşayacaktır.
islâm'da "besmele," iyi bir işe başlandığında söylenen
"Esirgeyen ve bağışlayan Yaratıcımın adıyla başlanm" anlamında çok
önemli bir duadır. Peygambere (asm) yönelen selâmlar ve Kur'an'da Fatiha,
Ayet'el-Kürsî, Felâk ve Nas gibi sureler, Müslümanların en çok okuduğu ve en
büyük ışıkların bağlandığı dualardır. Cevşen duası da etkisiyle dikkat çekmektedir.
102 Câmiü's-Sağir, Hadis No: 7415
103 Böylesi bir seçimde, peygamberleri, Hz. Hızır gibi yeryüzünde icraatlarla
görevlendirilenleri ve diğer velileri dikkate alabilirsiniz.
Dr.Muhammed Bozdağ
Her başarı yolculuğunun, aynı anda
korunması gereken iki temel boyutu vardır: İstemek ve eylem. İstersiniz ve
yaparsınız; arzularsınız ve yapmanıza izin verilir. Başarmak istiyorsanız, hem
arzuda, hem de eylemde ısrar etmeyi alışkanlık haline getirebilmelisiniz.
Gerçekten isteyen, istemekten bıkmaz ve Peygamberimizin(asm) “Acele etmediği
sürece her birinizin duasına icabet olunur. Ancak şöyle diyerek acele edenler
var: “Ben dua ettim, duam kabul olmadı”1, “Allah ısrarla dua edenleri sever”2
şeklindeki uyarılarını dikkate alır.
Bir gün istemekten bıktığınız şey, aslında istediğiniz şey değildir. Gerçekten
yaşamak isteyen, tüm ümitlerini kaybettiğinde bile istemeye devam eder.
Gerçekten aç olan insan yiyecek aramaktan bıkamaz.
İki türlü istersiniz: Birincisi inançla, heyecanla, içten ve zevkle; diğeri
şüpheyle, güvensizlikle, bıkkınlık, çöküntü veya ilgisizlik halinde. İkinci
yolda ilerleyiş yoktur; gerçekten istemediğinizi elde etmeye hazır değilsiniz.
Sizin bile inanmadığınıza, kaderinizin Yaratıcının inanmasını nasıl
beklersiniz? Almaya hazır olmadığınız, size verilmeye hazır değildir.
En coşku uyandırıcı vermek, en muhtaç olana vermektir. Kimse en içten
isteyenden daha muhtaç olamaz. En çok muhtaç olanın isteği, ayda veya haftada
bir aklına gelmez. Onu her an ruhunun bir köşesinde yanan ateş olarak canlı
tutar. Öyle bir düzeye gelir ki, hayatı tamamen arzularının penceresinden
görür. Çok susamışsanız, bir avuç toprağı bile sıkıp suyunu içmek istersiniz.
Sevmekten ve sevgi duygusuyla kalbinizi sürekli aydınlatmaktan usanmayın, ona
ne kadar kötülük yaparsanız yapın, hala size iyilik yapmak isteyen bir Kudretin
sanatısınız. Vermekten bıkmayandan istemekten bıkmak, insan vicdanını sızlatır.
Size her sabah Güneşi veren, bazı özel isteklerinizi henüz vermemişse,
üzerinize düşeni yeterince yapmamış olmalısınız.
En büyüğü verecek kadar cömert olan, en küçüğü hala vermemişse, vermek
istemediğinden değildir. En zor işi başarmışsanız, en kolay işi
başaramayacağınızı nasıl iddia edersiniz?
İstemekten bıkıyorsanız, istediğiniz değerli değildir veya değerinin ne kadar
büyük olduğunun farkında değilsinizdir. Onu iyice araştırın, ona yüksek
değerler bağlayın; isteklerinizin yeniden canlandığını göreceksiniz.
Israrı başarmak istiyorsak, şu anda yaptığımız işlere odaklanmalı, bilincimize
içinde bulunduğu saniyeleri yaşatmalıyız.
Çabalarımızın sonucu bize çabalama heyecanı verir; ama şu anda yaptıklarımızdan
kopup sonuçlara odaklandığımızda ilerleyişimiz durur. Zengin olma hayali
zenginlik yolunda çalışmayı unutturabilir. Dikkat nereye saplanmışsa, eylem
oraya yönelik olacaktır. Merdivenin bir sonraki basamağına adım atabilmeniz
için oraya bakmalısınız, merdivenin zirvesine değil. Tırmanırken sadece zirveyi
gören, ilk adımda yuvarlanacaktır.
Dünya, Cennet değil. “Elma” dediğinizde pencerenizden kırmızı bir elma
uzatılmayacak. Eğer istiyorsanız size verilecek; ama, onun yokluktan varlığa
uzanan bir yolu ve yolculuğu var. Bu yıl size yedireceği meyvelerin
çekirdeğini, Yaratıcı yıllar önce toprağa ekmişti.
Nice insan kendilerine sunulacak başarılar yola çıkarıldıktan ve tam kapısının
eşiğine geldikten sonra, “artık istemiyorum,” demiş ve o başarılar,
getirenlerin hüzünlü olarak geri dönmelerine şahitlik etmiştir. Cumhurbaşkanı
kapınıza gelmiş, dilenci sanıp geri göndermişsiniz. Dünyada hikmet hâkimdir ve
hikmet sabretmektir: Yalnızca bir saniye daha fazla sabreden birinci olacaktır.
Sonuçlar heyecanın dostu, ama sabrın düşmanıdır. Heyecana da, sabra da
muhtaçsanız, şimdi yaptığınız her şeyi muhteşem geleceğinizle bir arada
düşünmelisiniz.
Şu tuzağa hep düşüyoruz: Sevdiğimizi hayal etmenin zevkine dalarak, ona
kavuşmanın çileli çırpınışından kaçıyoruz. Hayalde kavuşmanın zevkini, kavuşma
yolculuğunun çilesine tercih edenler, kavuşamazlar. Sonra da, günahsız
geceleri, ümitsizce ağlayan kırık kalplerle doldururlar.
Bir sınavı, seçimi veya yarışmayı kazanmak için çalışmak heyecan verir. Ama
kazanacağınız şeyin büyüklüğünü hayal ettiğinizde aldığınız zevk, ona ulaşma
sabrınızı taşıracaktır. Sabrın zorlanması zaferin, taşması ise yenilginin
habercisidir. Eğer Cenneti görseydiniz, dünyadan nefret eder, hemen şimdi ölüp
oraya gitmek isterdiniz; oysa oraya gitmenin yolu, yaşamak ve orayı
kazandıracak işler yapmaktır.
Bazıları bugün bir şiir yazdıklarında, bir ay sonra mesajlarını dünyaya
ulaştırabilmiş bir şair olmayı hayal ediyorlar. Ama, bunun için yarın ve ertesi
gün de bir şiir yazmaları gerektiğini unutuyorlar.
İplik kadar ince ve bıçak kadar keskin bir dengeden söz ediyorum. Sonuçlarınız
büyük olmayacaksa veya ne kadar büyük sonuçlar elde edeceğinizi hayal
edemiyorsanız, çalışma heyecanı duymayacaksınız. Öte yandan, kazanacaklarınızın
büyüklüğü sizi şimdiki işlerinizden ve arzularınızdan kopardığında, çabalamayı
terk edersiniz. Cennet sevdası yüzünden, çalışmayı terk edip dağlara kaçan,
mağaralara gizlenen insanlar yaşadı. Sınav heyecanı yüzünden çoğu öğrenci
çalışamaz hale geldi.
Sonuçlarımızı bilelim ve onları beynimizde çok iyi canlandıralım, bizi
heyecanlandırmalarına, sabrımızı zorlamalarına izin verelim; ama onların
gerçekleşmesini yaratıcımıza bırakalım. Bize düşen buğdayı ekmek, çapalamak ve
imkanımız varsa sulamaktır. Başakları biz yaratmayacağız. Her şeyi yaptığımız
halde, bir kuraklık veya felaket, emeklerimizi heba edebilir. Çok iyi
hazırlandığımız halde, sınav günü geçirdiğimiz bir hastalık yüzünden
kaybedebiliriz.
İnsan acelecidir; şimdi bir milyar kazandıracak işi, on yıl sonra 1 trilyon
kazandıracak işten daha değerli görüyor. Diktiğiniz ağacın bir yıl sonra meyve
vermesini beklemeye hakkınız var; ama vermediğinde onu terk etmeye hakkınız yok.
Daha geç gelen, daha değerlidir. Daha zor olan daha sevgilidir. Büyük aşklardan
bu dersi almadınız mı?
Hedefe ulaştıran tek kural, ilerlemekte sürekliliktir. Kısa dinlenme aralıkları
dışında duraklamayın; duraklamak durmanın ilk biçimidir. Karınca hızıyla bile
yürüseniz, dünyayı dolaşmanız mümkündür.
Mikroskopla görebildiğimiz bakteriler o kadar hızlı çoğalırlar ki, Yaratıcının
koyduğu düzen sayesinde toprağa dönüşmeselerdi, bir yıl içinde yer yüzündeki
tüm karaları 5 metre yüksekliğinde bakteri kaplayacaktı. Küçümsediğiniz
küçüklerin aslında tüm büyüklerin ta kendileri olduğunu keşfedin.
Peygamberimizin(asm) “Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı
olandır”3 sözü üzerinde düşünelim. Her gün bir saat çalışan insan, dün ve yarın
24 saat çalışıp, bugünü boş geçiren insandan çok daha kazançlıdır. Başarı, az
da olsa devamlı yapılan işte gizlidir. Eğer ürettiğimiz bir sanat varsa, lütfen
onunla ilgilenmediğimiz bir gün yaşamayalım.
Devamlılık, ihtiyaç duyulduğu kadar ve ihtiyaç duyulan aralıklarla yapmaktır.
Gücünüzü toplayıp merdivenin zirvesine birden sıçrayamazsınız. Devamlılık,
biriktirip birden harcamak değildir. Ağacınızın ihtiyaç duyduğu “yılda bir ton
suyu” bir günde verip bir yıl boyu onu susuz bırakırsanız, kurutursunuz. Geleceğinizin
akışı, bugününüzün akışı gibi istikrarlı ve adım adım olacak.
Eylemlerinizin eser üretmesini istiyorsanız, az da olsa devamlı yapın. Günde
hiç olmazsa beş defa, neleri elde etmek istediğinizi hatırlayın; onlar için her
gün bir milim de olsa ilerleyin. Günde bir defa bile istemeyen insanlar,
istediklerini sanıyorlar. Dua edip etmediklerini sorduğunuzda, geçen yıl
kurdukları hayallerini hatırlıyorlar. Bir gün yapmazsanız, bu bir hafta
yapmamanıza, bu bir ay, bu bir yıl ve bu da bir ömür hatırlayamamanıza neden
olacaktır. Hayat böyle değil midir? Bir gün televizyon seyrettiniz ve bu bir
ömür seyrettirdi size. Bir ömür sigara içenler, bunu bir gün sigara içmelerine
borçludurlar.
Merhum Zübeyir Gündüzalp’in “Nefis Muhasebesi” isimli kitabını bir yıl boyunca
cebimde taşıdım ve yazdıklarını ruhumun bir parçası haline getirinceye kadar
her gün okudum. Eyleme dönüşmeyen bilgi değersizdir; sürekli hatırladığı bilgi
insanı şah damarından yakalar ve gerekirse zor kullanarak eyleme, harekete,
çalışmaya sürükler.
Bir düşünce insanı coşku durumuna sokuyor. Fakat insan bu düşüncenin birkaç
dakika sonra bilincinden çıkıp gitmesine izin veriyor. Üstelik yerine
karamsarlığı, çöküntüyü koyuyor. Sizi coşturan bir düşünceyi papağan gibi
içinizden tekrar etseniz ne olur?
Her başarımı, “odağımdan sapmamaya” borçluyum. Bir gün saparsam, ona geri
dönmem günler alıyor. Geceleri uyumadan önce, yapmak istediklerim gözlerimin
önünden geçer. Bazen öylesine heyecanlanırım ki, çöken göz kapaklarım
açılıverir ve çalışmaya geri dönerim. Size heyecan veren bir söz, bir dua,
vücudunuzu emanet edeceğiniz gecenin başında kalbinizden geçmezse, ruhunuzun
elektriklenmesini beklemeyin.
Muhammed Bozdağ
1 Buharî, Daavat: 22
2 Cami’u’s-Sağir 2292, Hadis No:1876
3 Cami’us-Sağir 1:165 Hadis No:197 s
|
|||||
|
|
||||
|
|
||||
|
|
||||
|