Üyelik Girişi
Site Haritası
E-ÖĞRENİYORUM
ÖZEL DERS
EĞLENCE
Hava Durumu
Takvim
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.413134.5510
Euro36.357136.5028
GOOGLE REKLAMLARI

 

YÖS ÇALIŞMALARI
GLOBALYÖS-BURSA
YÖS HAKKINDA

 

 


 

BİLİMSEL VE İLGİNÇ KONULAR

SOĞUĞA NASIL ALIŞILIR?

Deri ve deri altı dokuda, dokuların beslenmesi için gerekenden daha çok kan damarı bulunur. Bu kan damarlarının, İkinci bir önemli görevi vardır: Genişleyip, daralarak deriye olan kan akımını ve böylece ısıyı etkilerler. Soğukta, damarlar tümüyle çekilir, deride daha zayıf bir kan akımı oluşur, bu da derinin, dışarıya daha az ısı vermesine neden olur. Sıcakta damarlar genişler ve büyük miktarlarda kan, deriye taşınır, böylece derinin dışarıya çok ısı vermesine yol açar.

Derideki kan damarlarının, ısı değişimine tepki gösterme yeteneği antrenmanlarla artabilir. Örneğin, değişmeli banyolarla ya da sporla her türlü hava, koşullarına vücudu alıştırmak gibi. Bu yolla, organizma “alışma” ya sevk edilir, yani kendini soğuğa karşı koruyabilir.

Derinin, ısı değişimine tepki gösterme yeteneği, kolaylıkla gözlenebilir. Zayıf kanlanmada deri rengi soluk, güçlü kan dolaşımında ise canlı pembelikte olacaktır.

Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 174'den alınmıştır.

 

 

NEDEN AY'IN HEP AYNI YÜZÜNÜ GÖRÜYORUZ?

Ay in kendi ekseni etrafında dönüşü ile Dünya çevresindeki dönüşü eşit zamanda olmaktadır:
27,32 gün. Kombine (bileşik) dönüş diye de anılan ve Dünya ile Ay arasındaki karşılıklı kütle çekişinln (gravitasyon) sonucu olan bu dönüş nedeniyle, Ay Dünya’ya hep aynı yüzüyle yönelik kalır.

Oysa, farkına varılabilecek az bir sapma olmaktadır. Ay yörüngesi tam bir çember olmayıp elipse benzer. Ay, Dünya’ya yaklaşınca daha hızlı, uzaklaşınca daha yavaş hareket eder. Dönüş her zaman eşit olduğundan Ay’ın sağ (veya sol) kenarına bakılıyor olur. Bundan başka Ay’ın dönme ekseni de, yörüngesine dik değildir. Bu nedenle, Dünya, Ay’ın bazen Kuzey (veya güney) kutbuna doğru hafifçe yönelik durumdadır. Bu, eksendeki eğilme nedeniyle, bir Ay dolanımı içinde, yerden Ay’ın yüzünün, yaklaşık yüzde 60’ı görülür.

Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 174'den alınmıştır.

 

 JET UÇAKLARI NEDEN ÇOK HIZLI İNİYOR GİBİ GÖRÜNÜR?
 

Jet uçakları, saatte 230 ile 280 km. arasında bir hızla inişe geçer. Bu yavaş uçuş sırasında, kanatların yükseltme etkisi az değildir; ancak, bu modern kanatlarda çok büyük iniş takımları vardır. Bunlar, kanat yüzeyini arttırır, kanadı kubbemsi duruma getirirler; bu kubbe arasında bir yarık oluşur. Bu yarıktan geçen havanın, hızı kesmekte ve dengeli inişte büyük payı vardır. Diğer taraftan, iniş takımlarıyla eş zamanlı olarak çalışması gereken motorlar, beraberce oldukça büyük bir hava drenci yaratırlar. Motorlar çalışır, ancak “tamgaz” durumunda değildir. Nedeni: uçağın yükselmesi gerektiği takdirde, yedek güç bulunması içindir.

Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 174'den alınmıştır.

 

 

 

Likenler hava kirliliğini ölçüyor.?

İngiltere’de hava kirliliği ile savaş sonuç verdi, 1960 dan beri havadaki duman % 80  ve SO2 % 50  azaltılmış bulunuyor. Londra’da havadaki SO2 200-250 mg/m3 den 130 mg/m3’e düştü. Bunun sonucu olarak Londra ağaçları üzerinde yine likenler görülmeye başlandı. Likenler özellikle havadaki SO2  miktarından çok etkilenirler ve bu nedenle hava kirliliğini ölçmede kullanılırlar. 1800 ile 1970 yılları arasında hava kirliliği nedeniyle Londra’da Trafalgar meydanı etrafındaki 16 km. lik bir alanda 129 tür liken tamamen kaybolmuştur.

Not: Bu yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 174'den alınmıştır.

 

 DEĞERLİ TAŞLAR VE İNSANLAR
 
İnsanlar binlerce yıl değerli taşların kristal yapılarında ve çarpıcı renklerinde gizli güçler olduğuna inanmışlardır. Örneğin san yakutun kalp ve beyni kuvvetlendirdiğine. sinirleri yatıştırdığına Turmalin‘in kişiyi yaralanmaktan koruduğuna, elmasın insana güzel konuşma yeteneği ka­zandırdığına inanılırdı. Oysa bu taşların kristal yapılan kadar çarpıcı renkleri de sihrin değil basit doğa olaylarının sonucudur. Bu değerli taşlar üzerindeki menekşe ve erguvani renklerden demir mangan ve titan elementleri sorumludur. Çevredeki radyoaktif kitle veya minerallerden radyasyon yayılıyorsa, bu
renkler daha da çarpıcı bir parlaklık kazanır. Mavi renkli safire demir ve titan metalleri renk verirken, gül renkli kuvars‘ta renk maddesi olarak sadece mangan görev yapmaktadır. Kırmızı yakut, rengini kromdan almak­tadır. Yeşil renk kromun farklı iyonlaşma göstermesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Renk veren bu metalleri içermeyen elmas ve neceftaşı ise saydam kristaller halindedir.

İnsanoğlunu büyüleyen renklerinin nasıl oluştuğunun öğrenilmesine rağmen bu taşların önünde hala eğilinmektedir. Fakat eskiye göre bu­günkü amaç oldukça farklıdır.

Eski çağlarda insanlar bu taşları kutsal bir tanrı veya hayvan şekline benzeterek onları büyülü kabul ederlerdi. Daha sonra gökkuşağındaki yedi rengin kristal yapıdaki bu taşlarda görülmesiyle, gezegenler ve taşlar arasında sihirli bir ilişki olduğu iddia edildi. Örneğin kırmızı rengin Marsla, yeşil rengin Merkürle ilişkili olduğu ileri sürüldü. “Hindu ‘felsefesine göre yeryüzüne bu gezegenlerden gelen kozmik parıltılar, tüm insanların varlığına ve yaşantısına etki etmektedir. Oysa kristal yapıda bu yedi rengin parıldaması “prizmadan geçen güneş ışınlarının tayflara ayrılması" şeklinde açıklanabilecek basit bir fizik olayıdır.

Turkuaz (firuze)ın kola ve parmağa takıldıktan sonra zamanla renk değiştirmesi, bu taş üzerinde peygamber kudreti olduğu şeklinde inanışlara yol açmıştır. Oysa bu taş çok gözenekli bir yapıya sahiptir. Ciltte biraz yağ ve asit olduğu zaman, bu maddeler taşın gözeneklerinden içeriye girerek onun kimyasal yapısını değiştirir. Bunun sonucu taşın yeşil rengi maviye dönüşür. Bu yüzden eller sabunla yıkanmadan önce turkuaz yüzükler parmaktan çıkarılmalıdır.

Buna benzer bir yapı da opal ‘da görülür. Opal ‘in her bakış açısından farklı renkte görünmesi Ortaçağ ‘da bu taşa "şeytan icadı" denilmesine yol açmıştır. Bu nedenle İngiltere ‘de Kral Edward VII bu taşı çevresinden uzaklaştırmış, Rusya ‘da ise son Çar, bu taşların taşınmasını yasaklamıştır. Opale mikroskopta 40 bin kez büyütülerek bakıldığında bunun düzensiz yerleşmiş silikasit küreciklerinden meydana geldiği görülür. Opele düşen ışınlar, bu küreciklerde ilgili olarak düzensiz dağılım ve yansımalar yapar. Bu nedenle opal her bakış açısından farklı bir renkte görünür.

Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 222'den alınmıştır.

 

HANGİ GÖZÜNÜZ DAHA BASKIN?
 

Hepimiz hangi elimizi daha çok kullandığımızı biliriz. Ama tıpkı ellerimiz gibi çene, kulak ve gözlerimizin de baskın tarafı olduğunu biliyor muydunuz. Vücudumuzun daha çok kullandığımız el tarafında olan organları da daha baskındır. Örneğin sağ elini daha çok kullanan kişi, çoğunlukla çiğneme işlevinde ağzının sağ tarafını, dinlerken de sağ kulağını kullanır.

Gözler ise bir ayrıcalık oluşturur. İki gözün de görme alanı beynin beynin her iki emisferi tarafından analiz edilir. Sağ emisfer bir gözün görme alanı bilgilerini sol emisferden alır ya da tam tersi olur. Bu iş bölümüne karşın, yine de bir gözümüzün tarafını daha çok tutarız. Fotograf makinasının vizörüne, mikrodkoba ve teleskoba işte bu gözümüzle bakarız.

Eğer hangi gözünüzün baskın olduğundan emin değilseniz, işte size bir test: 
Gözlerinizi uzaktaki belirli bir cisme odaklayın, başparmağınızı o cisimle aynı hizaya getirin. sırayla gözlerinizin birisini kapatıp diğeri ile bakın. hangi gözünüz ile az önceki cisimle baş parmağınızı üst üste görüyorsanız baskın gözünüz odur. 

Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 174'den alınmıştır.

 

DÜNYANIN YÖRÜNGESİ
 

Dünya güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki her 18 milde doğru bir çizgiden ancak 2.8 mm. ayrılır. Dünyanın çizdiği bu yörünge kıl payı şaşmaz, çünkü örneğin yörüngeden 3 mm. Iik bir sapma bile büyük felaketler doğururdu: Sapma 2.8 mm yerine 2.5 mm. olsaydı yörünge çok geniş olurdu ve hepimiz donardık, sapma 3.1 mm. olsaydı hepimiz kavrularak ölürdük.

 Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 188'den alınmıştır.

 

PARMAKLARIMIZ NEDEN ÇITIRDAR?
 

Bazı insanlar parmaklarını çıtırdatır. Bu ses, sanıldığı gibi kemiklerin birbirine çarpmasından doğmaz. Eklemleri yağlayan sıvının ‘içinde küçük gaz kabarcıkları bulunuyor. Parmaklar çekilince veya herhangi bir eklem yavaşça düzleştirilince sıvı basıncı azalır ve hava kabarcıkları patlayarak “çıtlama” sesi oluşturur. Bu sesin tekrar oluşması için bir süre beklemek gerekir, çünkü yağlayıcı sıvı ‘içinde yeni hava kabarcıkları oluşması zaman alır.

 Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 188'den alınmıştır.

 

DENİZ SUYU NİÇİN TUZLUDUR?
 

Deniz suyunun ortalama tuzluluk derecesi ağırlığa oranla % 3.5’dir. Bu, 1 mil’ suda yaklaşık 186 milyon ton tuzun bulunması demektir. Kabaca bir hesapla, Okyanuslardaki tuz miktarının, kıtaların 152300 m. kalınlığında bir tuz tabakasıyla kaplanmasına yeteceğini söyleyebiliriz. Doğal olarak oluşan elementlerin hemen hepsine deniz suyunda rastlanılır, sıcak deniz tuzunun % 85’inden fazlası, sodyum klorür, başka bir deyişle sofra tuzundan oluşur.

Nehirler tarafından taşınan sodyum gibi mineraller toprak ve kayaların aşınması sonucu ortaya çıkan eriyik ve süspansiyonlardan oluşur. Fakat klor ve bor gibi diğer elementlerin varlığı, nehirlerin getirdikleri ile açıklanamamakta, dolayısıyla bu oluşumda di­ğer süreçlerin de rol oynadığı akla gelmektedir.

Yeryüzü tarihinin ilk dönemlerinde yerkabuğu ile yer merkezi arasında kalan katmanın zehirli gazlardan arınması sırasında diğer maddelerin yanı sıra su ve klor da yerkabuğunun altındaki erimiş volkanik kayaların arasında ortaya çıkmış olabilir. Günümüzde volkanik etkinlikler sonucu atmosfere yayılan elementler okyanuslara, yağmur ve kar yağışlarıyla taşınmaktadır. öte yandan deniz hayvanları öldüklerinde de, iskeletleri ayrışarak mineralleri denize geri verirler.

Elementler denizlere sürekli olarak aktarılınca, denizler giderek daha da tuzlulaşmaz mı? Gerçekte, deniz suyundaki tuz miktarında, yüz milyonlarca yıldan bu yana önemli bir değişme olmamıştır. Çözünmüş maddelerin miktarları zamana ve yere göre değişmekle birlikte, belli başlı, elementlerin okyanuslarda her zaman, hemen hemen aynı yoğunlukta bulunduğu kabul ediliyor.

Okyanus elementlerin, bir yandan hemen hemen tam dengeyi koruyacak oranlarda suya eklenip, diğer yandan sürekli olarak nakledildiği bir tanka benzetilebilir. Örneğin, elementlerden bazıları kayalarla birleşir, toprak tarafından emilir ve çözeltiden ayrılarak çökelti haline gelirler. Deniz bitkileri ve hayvanları da bunları kullanarak büyür ve gelişirler.

 Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 188'den alınmıştır.

 

SABUN NASIL TEMİZLER?
 

 
Sabunun gizi su ve yağ molekülleri arasında, normalde birbirinden kaçan bu maddeleri karışmaya zorlayan aracılık yeteneğindedir.

Elimizi yalnızca suyla yıkadığımızda, derinin üzerindeki yağ, suyu, elimizi ıslatmadan dağıtır. Bundan dolayı temizlik sağlanmaz. Ancak sabun bu durumu değiştirir çünkü, sabun molekülünün bir ucu yağ molekülünü diğer ucu da su molekülünü çeker. Ellerimizi birbirine sürterek ovuşturduğumuzda, normalde su ile karışmayan yağ ve kirleri küçük parçacıklara böleriz. Ama devreye girdiğinde sabun molekülleri, lekeleri sarar ve kirleri suya çeker. Böylece bağlanırlar, parçacıklar artık çözünmezler, kolayca durulanarak uzaklaştırılmaya yetecek süre kadar su ile karışmış olarak kalırlar.

 Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 179'den alınmıştır.

 

YAPIŞTIRMA NASIL OLUR?

Yapıştırıcılar, yapıştırılacak şeyleri nasıl birleştirebiliyorlar hiç düşündünüz mü?

Kırık bir çay fincanını onarmak için kullanacağınız tutkalın ya kimyasal bir bağlantıyla ya da mekanik bir kenetlenmeyle görevi üstlendiğini düşünebilirsiniz. Bunların da bir rol oynamasına rağmen yapıştırma işleminin asıl nedeni şudur:

İki madde birbirine yeterince yakınsa, yapışırlar. Yapışma, moleküllerin birbirine çok yakın olması dolayısıyla aralarında doğan evrensel çekimden ileri gelir.

Bu çekim kuvvetleri (bir Hollandalı fizikçinin önermesinden kaynaklandığı için, adına ‘Van der Waals” kuvvetleri denmiştir) atom çekirdeği, çevresindeki elektron düzeninden oluşur. Her ne kadar elektronlar simetrik yörüngelerde dönseler bile, herhangi bir anda elektrik yükleri dengeli dağılmış değildir. Her atomun pozitif ve negatif yüklü kutupları vardır.

İşte Van der Waals kuvvetleri, farklı atomların karşıt kutupları arasındaki çekim gücünden oluşur. Tek tek düşünüldüğünde bu çekim kuvveti oldukça zayıftır. Ancak sayısız atomlar arasında bu çekim kuvvetleri birleşerek sözü edilen yapıştırma gücü ortaya çıkıyor.

O halde, neden yapıştırıcılara gerek duyuyoruz. Yapıştırılacak iki maddeyi birbirlerine iyice sıkıştırırsak Van der Waals kuvvetleri bu maddeleri bir arada tutacak gücü oluşturamazmıydı?

Hayır, genellikle oluşmaz. Nedeni de iki cismin yüzeylerindeki moleküllerin arasındaki uzaklığın birkaç angstrom’u geçmemesi gerekir, ancak o zaman Van der Waals kuvvetleri etkili olur. 1 Angstrom ise 1 metrenin yalnızca 10 milyarda biridir. Oysa, yüzeyi pürüzsüz addedilen bir cismin bile yüzeyinde, en azından 400 Angstrom’luk tepeler vardır. Bu durumda yüzeyler birbirinin aynı olsa da yine moleküller arasında yeterli yakınlık sağlanamaz.

Yapıştırıcı, her iki yüzeyde bulunan moleküller arasında bir bağ oluşturarak onları bir arada tutar. Geniş ve yakın bir bağlantı için en iyi yapıştırıcılar sıvı olanlardır. Yapıştırıcının katılaştığında kolay kolay kopmayacak bir malzeme olması da gereklidir.

 Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 183'den alınmıştır.

 

KARINCALARIN GARİP İŞBİRLİĞİ

Bir parça peynirin etrafında birçok karınca görürsünüz ve peynir yuvaya doğru hareket eder. Fakat gerçekte karıncaların bir bölümünün yaptığını diğer bir bölümü engellemektedir.  Bir peynir parçasının etrafını çevirmiş karıncaların çekme yönleri farklıdır. Karıncalar peynir parçasını birbirine karşıt yönlere çekmektedir. Yine de öne ve sola çekenler ağır bastığından peynir parçası öne ve sola doğru hareket eder. Bunu şöyle kanıtlarsınız: Bir bıçakla arkasındaki karıncaları ayırın, parça çok daha hızla öne gitmeye başlar, böylece parçanın arkasındaki karıncaların parçayı itmeyip karşıt yönde çektikleri anlaşılmış olur. Karıncaların bu garip “işbirliği” sonucu dört karıncanın çekebileceği bir parçayı yirmi beş karınca taşır.

 Not: Yazı, Bilim ve Teknik dergisi sayı 182'den alınmıştır




3 Yorum - Yorum Yaz